KAN GÖLÜNÜ GÖRDÜ
damla günler çoğaldı cıvalı bir gökyüzünün ensesinde
kırıldı kanadı poyrazlarla yarışan serçelerin
bu sonbahar hiçbirimize bahar olmadı!
çürüyen bir alfabeydi zaman, elimizde kaldı
derken tüm kapıların içtenliğini kuşandı
önce kadınlar ve çocuklar, sonra ağrılarımız
ağzını bıçak açmayan sözlüklere teyellendi öfke
yırtıldı gazetelerin en manşet yerleri
ama silinmedi toy belleklerdeki kara leke,
sonuçsuz denklemler, çok bilinmeyenli eşitsizlikler çemberinde
yaşamlarımızdı, irinli yarınlar ve pas, korkuturdu hiçlikleri
çemberin dışında kalmış biri, bozardı tüm oyunları,
yıkanırdı çamurun dostluğuyla, yıldızlara bakan
saçlarını suçlarıyla eğitirdi soğuk, deler gibi gözlerini
dikip en kuytu köşelerin neşesine bir düğme gibi, zaman
o en soylu bekleyişlerin yazıya kazı olan dengesini
şimdi çıkmak için merdiven, inmek için ip istiyor sıradaki
kanın aktığını gördü ve koştu,
birilerinin koştuğunu gördü, boş kuyulara duru su ol-
an be an kırmızı bir atkıyla selamlanan sabahlarda
yoksulluğun dumanı kaplardı tüm bacaları
ekmek kokan düşlerin dağınık yatağında,
nar denizlerinde anlam satardı yorgunluk
bir fincan kahve için beklerdi kırk yıllık komşuluk,
sırası gelmemişken, erken öten ibibikler arasından
bildik bir yüzü okutuyor on paralık akşam
kadehimizin kenarında majiskül bir dudak izi
gri sözcüklerle buz kesen kıvamda, serseri anlam
bir şeyler bilinmeli! içi boş kavramlarla bir hoyratlık denemesi
bir aşkın soluk alıp verişi değil, iç sesi bu öznesiz ayrılığın
parendeler atan bir türkü gibi çoğalan alnımızda
sakız gibi ayakkabımızın altına yapışan, uzadıkça
uzatıyor sıkıntısını, geç kalmışlığın vesikalık fotoğrafı
bir okulu çiçek, bir bahçeyi bıçak gibi okuyor
bileniyor bıçağın dostluğuna, yüzümüz bir süre daha
abone giyotinin mirasyedi bir soylu oluşuna
inciniyor incir, sütün kanlandığını gördü
yoruluyor akşamın kabzasında yumruk, öldü sıfatlarını
kırılıyor, kalem her kelimenin altına kan ekledi
yaslı bir kalemtıraşın ezgisi bu pencerelerde
yontuyor bakışlarımızı, aslan heykellerinin süveyş'e eşit
günlerin doğu'dan kısa mevsimi
tarih düşülüyor yaşadıklarımızın altına, göçtü kuşlar
gagalarından süt damlıyor, kırmızının tarihte hatrı kaldı
giderken bir kemanın inceliği, kağıt mendillere sarılıyor
asi nehirler ve onların çocuklukları,
sonra ipeğin ve baharatın yoluna koşulan at
dingin ve rahat, koşuyor bu kansızlığı
biraz daha olgunlaş elma, ey dipsiz kuyu
biraz daha boy at
(Edebiyat ve Eleştiri, Kasım-Aralık 2003 )
Altay Ömer ERDOĞAN