KUMAŞ YALNIZLIKLARI
güz kırıklarıyla ilişiyordu yakamıza ayrılık
yakındık gölgemize, tunç taslardan içtiğimiz
sabır, haritadan siliyordu dağları ve ırmakları
ellerinle evcilleştirdiğin aşk, düşman oluyordu
çocuğun aynada unuttuğu saçlarına
hayatı yanılan bilgelikler taşıyordu su
iki kere yıkanılamayan
ezber defterinde kurumuş kandı
terziler bize düşmandı tarihte
aynanın önünde çocuk üryan
geçtiğimiz yerlere şerbet ve kan dağıtmıştık oysa
kılı kırk yararak
yararlı otların arasından derebeyi duruşlar
toplamıştık, çiçek sayılan
önümüzde zembereği çözülmüş ilhâmdı
zaman
zaman
zaman
kırılıyorduk kör bir alfabeyle
sağırlığın ağırlığını yükledik boynumuza
boynumuzdu kalbi delik dünyaya
ortadoğu gibi açılan
yemin etmiştik küçük harflerle konuşmaya
cücelik dersleri almıştık çarşılardan
yeleleri çöl yelleri ile okşanan atlar gibiydik
dört nala sonsuzluğa koşan
ah ki gittikçe küçülen harflerle...
ah ki gittikçe küçülen harflerle
erik yazan, badem yazan karınca kararınca
mertliğin soyağacında sacayağıydık inancın
sonsuzluğa adanıyordu kuşlar da
bir göğü sönmüş yıldızlar gibi parlatan
öksüren bir sabır taşıyorduk avuçlarımızda
vandallara altın kâselerde sunuyorduk
tarihin kanlı bağırsağında yaşamaktansa
biz bu hayatı çöl dilinde iki kere ölüyorduk
tükürerek ağzımızdaki eski pıhtıyı
takısız duruşumuzdan gelir
hanlara ve hamamlara bağladığımız göz hakkı
beddualar okutuyordu coğrafya dersi
tarih her zamanki gibi sınıfta kalıyordu
yalnızlık operasının nakaratı
bazı
bazı
bazı
öpülüyordu vicdanımız testerelerle
mösyö giyotin doğayı kıskanıyordu
çeşmelerden dua gibi kan akıyordu
ortada yoktu akıtan
söz vermiştik yerini değiştirmeye
gözlerimizle kalbimizin
dilimizle tek tek topladığımız
lâlelerden çarşaf yapıp örtecektik
üzerlerini kentsoylu virgüllerin
Altay Ömer ERDOĞAN