BAHARLA ÖLÜM KONUŞMALARI  
I  
Memelerim koparıyor  
Yüzyıl süren bir yalnızlık  
                           dile gelmişçesine  
Nasıl nasıl bir sevinç yarabbi!  
Ve ağrıya  
        ağrıya tabi,  
                ağraya  
                    ağraya ağbi...  
Nakkaş Tepe de ancak  
                        bezmimize böyle gelmiştir  
Gelincikleri ve Nazım Hikmet’leriyle  
Yerbilimsel bir hapisten sonra  
  
II  
İçimdeki karanlığı patlatacağım  
Zifiri bir su akacak  
               kamışımdan toprağa  
Bir kedi yavrulayacak  
                       köpek dişli bir kedi  
Ve böğürtlenler köpürecek ağzından  
Yedikçe  
          kendi  
                 kendini  
                        mayhoş  
Ya da Posta Nazırı dedemden kalma  
Mors’un en morundan bir karga   
Konacak karşıki direğin doruğuna  
Düşmanlarım öyle doldurmuşlar ki onu  
Ne kadar taşlasan boş  
                    oynamıyor yerinden  
Ben kargadan korkmam ama  
                      bunun gözleri baykuş  
Ve tüyleri güngörmedik deniz dipleri kadar ıslak  
Ve ötüyor  
        ötüyor  
             ötecek  
Beni ışığa bağlayan  
               (Bağlayın beni ışığa!  
                Gerin telleri gerin!)  
                beni  ışığa bağlayan  
                             o gelin telleri  
                             o gelin telleri  
                                  kopuncaya dek...  
Akpembe bahar yelkenleriyle  
Güneşin rüzgarına gerilmiş  
                           bir badem ağacı gibi...  
İçimdeki karanlığı patlatacağım  
Ve beynimin en ölümcül yaşlarıyla  
                                        ağlaya  
                                             ağlaya  
Yepyeni bir insan  
                pırıl pırıl bir can  
                                 bitecek toprağa...   
  
III  
İki çöpçü geliyordu karşıdan.  
Biri  
     (Aynen Selahattin-i Eyyubi Haçlılar  
     Seferinden, sanırsın, pos bıyıklarıyla  
     Tarihin, süpürmeye gelmiş Prens Adalarını )  
Öbürüne  
     (Marmara’yı bizim Yaşar Küklopsunun o  
     Anavavza gözüyle dünyanın en güzel  
     atlarının neredeyse ineceği e biraz  
     genişçe bir çakır su gibi görüyordu,  
     eminim)  
Eyitti kim:  
     Halk Partisi’nin solunda bir parti olsa  
     Hiç dinlemez oyumu ona veririm  
  
IV  
Sevda Tepesinde  geçen gün  
Karşıki masanın altında  
İki tane tavuk gördüm  
Toprakla yıkanıyorlardı  
Eşeledikleri çukurda  
İnsanlar için de belki ölüm  
Toprakla bi tür  
Yıkanmaktır diye düşündüm  
  
V  
Üşüyor mu deniz  
                üstüne boşandıkça yağmur?  
Ondan mı dersin  
                tüyleri böyle ürperiyor?  
Ben de gidersem bi gün bu biçim bi sağnakta  
Alı al moru mor bir sandal gibi acaba  
Yıllar sonra yılmayıp yine  
Çarpar mı yüreğim yurdumun sahillerine?  
  
VI  
Buket diye bahçeli bir meyhane vardı Yenişehir’de  
Yıkıldı çoktan GİMA var şimdi yerinde  
Kenarı küpelerle çevrili o küçücük havuzun  
Yamacında bir masa  
Cahit Ağ’beyle otururduk yaz gecelerinde  
Fıskiyenin serpintisiyle sırılsıklamdı muşamba  
Zaten Cahit’in gözleri daim yaşlı  
“Şunu siliver!” derdi garsona  
“Şu muşambayı siliver, mirim!”  
Ne Cahit kaldı, ne Buket, ne fıskiye  
Yine de bu bahar öğlesinde  
Fıskiyenin üstündeki o kırmızı top gibi  
-İsterse kalpten olsun, isterse-  
Hop hop ediyor ya yüreğim bi düziye  
  
VII  
Ruhum sıkıldıkça, ruhum,  
Mızrapsız bir tambur gibi  
Apayrı bir hava çalıyor vücudum  
Ruhum sıkıldıkça ruhum,  
Senden ayrı, kendimden ve kentten ayrı  
Apayrı bir hava çalıyor vücudum  
Kalk gidelim, kalk gidelim başka yere!  
Başka yere, başka yere, başka yere!  
Ruhum sıkıldıkça, ruhum,  
Cemil Beysiz bir tambur gibi  
Kendi kendini çalıyor vücudum  
  
VIII  
Yalıların surları boyunca giderken Kanlıca’da  
Duvarda bir gedik ilişti gözüme  
Uydurdum gözümü deliğe:  
Bir bahçe  
Bahçe değil bir havuz  
Havuz değil bir bahçe  
Üstü nilüfer kesmiş silme  
O nefti yapraklarıyla gelmiş  
O aksarı çiçeğiyle  
Ne hevesle gelmiş kim bilir bu güzelliğe!  
İnsanoğlu beni görsün diye mi?  
Bahçede oysa  
        Bahçedeki bir havuz  
Bir havuz ki bir bahçe  
Ne in var ne cin ne bey ne ağa  
Surları da çekmişler dört bir yanına  
Bizler de varmayalım diye bu uçmağa  
Sade bir garibim yavru kurbağa  
Serilmiş o ortası çukur  
O sal gibi yaprağa  
Yarı suyun içinde  
Yarı yansımış ışığa  
Pırıla pırıl yeşile yeşil  
Rezil mi rezil  
Başladı birden haykırmağa  
Başladı inin cinin ağanın beyin  
Ne kendi görüp ne kimseye gösterdiği  
Çevresine bizler görmeyelim diye  
Surlar çektiği  
O kimsesiz güzele türkü yakmağa  
Şairim ben  
Benim işte o kurbağa  
  
IX  
Hep ölümü çalacak değil a Zangoç  
Bu da  
Sema’yla Asaf’ın kızına  
Hoşgeldin demek için  
Oysa   
Ne kadar  
Ne kadar  
Ne kadar yalnız  
Sanıyordum kendimi demin  
  
X  
Atkestanelerini geçen süvari ışıklar  
Er-erken kaldırmış hanımellerini  
                             tühallah üşüyecekler!  
Ve zeytinler eski Rum tenteneleriyle  
Esen yel!  
Esen yel!  
Kim gördü böyle gül yiyen horoz  
Tanyeri kokuyor sesi...  
Yuvarlandıkça sanki bayırdan aşağı  
                    hapiste dolmuş bir şarap şişesi  
Öbür horozlar da ayaklanıyor  
                     merdiven nakışlı ibikleriyle  
Ve balkonlardan sarkarken  
            düşleri bebelerin  
                      bir albayrak yarışı gibi  
Horozlar nev-icad ediyorlar denizi  
Hırsızlar!  
Hırsızlar!  
Ve deniz  
          levent gölgeleriyle Turgut Reis’in  
Bütün bu dizelerden alınıyor  
Bir ala  
       bir mora  kesiyor yüzü  
Esen yel!  
Esen yel!  
Bu sabah   
          bir firardır  
                kan-davasından bir çocuk  
Kuşluk vaktine kalmadan önce  
Güneşin kurşunlarıyla vurulacak  
Ve akşamladı mıydı çamlar  
                             ve karadı mıydı  
Tepelerde  
Tepelerde  
Öyle güzel ki esen yel  
Esen yel!  
Esen yel!  
Bu sabah   
         ve bu bahar  
              bir firardır  
Baruta koşan bir fitil  
İfil  
İfil  
Öyle güzel ki esen yel!  
Esen yel!  
Esen yel!  
Öyle güzel   
Öyle güzel ki  
Esmese de  
Esmese de  
Güzel  
  
XI  
İçimden bir his bırakmıyor  beni ölmeceye.  
İçimden bir his.  
Bir his ki  
Çapraz oturmuş denizin kıyısına  
Taş   
Taş  
Taş  
Derken bir GÜNEŞ!  
Tıpkı Üsküdarda’ki  
Şemsi Paşa Camisi gibi.  
Sen iskeletlerle değil diyor bana  
Sen iskelelerle kuracaksın cesedini  
Ve öyle köpeksin ki sen  
Öldükten sonra bile  
Yılmaz’ın UMUDundaki   
Paytonların ardından  
Koşacaksın hep  
Geleceğe  
Çın  
Çın  
Çın  
Ve karnımın gevşemesine karşın  
Taş..larımdaki tarçın  
Bırakmıyor beni ölmeceye  
Evet diyemiyorum  
Diyemiyorum ki evet  
O hayırlı  
O hayırlı geceye  
  
XII  
Ben de  
    Boğaziçi de bu bahar  
Mavi sakalına erguvanlar takmış  
Sarhoş bir İskele Babası kadar  
Hem delikanlı  
              hem deliler gibi ihtiyar  
  
                       Can YÜCEL