ATTİLA İLHAN VE BİZİM KUŞAK
Sombahar, No. 23, Mayıs-Haziran, 1994
Attila İlhan 1982 yılında yayınlanan bir yazısında şöyle diyor.
"... epeydir Türk şairlerinin önemlice bir kısmı, alafarangalık olsun
diye, soyut bir şiir geliştiriyorlar. Halk buna alışmamış, alışacağı
da yok. Hele bu soyut şiir anlam ve çağrışım yükü sıfıra yakın
uydurma kelimelerle yazıldı mı, okura takılabilecek hiçbir kancası
olmuyor". (1)
Attila İlhan'ın ifade ettiği anafikre tümüyle katılıyorum. Ancak, iki
noktada yanılıyor bence. Bunlardan birincisine aşağıda değineceğim. İkincisi
şu: Sorun sadece "anlam ve çağrışım yükü sıfıra yakın
kelimeler" değil, tümüyle anlamsız koca koca şiirler. Belki de Attila
İlhan'ın 1982'de gözlemlediği anlamsız kelimeler 1990'lara geldiğimizde büyüyüp
anlamsız şiirler oldular. Ne başı, ne sonu olan; hiçbir şey anlatmayan, hiçbir
şey söylemeyen, ayakları hiçbir yere basmayan şiirler haline geldiler.
Günümüzün çoğu şiirinin anlamsızlığının en güzel kanıtı şu olsa
gerek: Dergilerde karşımıza çıkan şiirlerden herhangi birinin iki dizesini
alıp yerlerini değiştirelim - hiçbir şey farketmeyecek. Son dörtlüğü başa
alalım - yine fark yok. Çoğu zaman, böylesi şiirlerin bir dizesini alıp
kelimeleri tesadüfi bir şekilde yeniden sıralarsak, yine hiçbir şey
farketmiyor.
Örnek vermeme bilmem gerek var mı? "Asılmış Dul Çiçekleri" adlı
bir şiirden:
"hayatını ıslak mendillere koymadan gezdiren sorulmuş deli
sorar ve kanla karşılamaktan bilinir tüm inceliği
- abi ölüm beyaz olmasına beyaz da
kimle söyleşir bu dulların tenha kalpleri"
"Virgo Dance" adlı bir şiirden:
"Düşer çığ, kumdan Kleopatra
Bir ebrunun titrek hayalinden
Dalgın / havuzda bakarken balıklara
Kar atlası neresindeydim zamanın?"
"La Paix" adlı bir şiirden:
"Saçaktır yosunları iki su
bıçkın ustura edası sallanıyor havada
gölgeleri loş ikindi vakti pencereler sarı
kelimeleri eziyor düşünde elektroşok sesleri
yüreğini çamaşır ipine germiş uyuyor bir deli"
"Shakespeare'nin Bir Ağustos Gecesi Kabusu..." adlı bir şiirden:
"şimdi sensiz bir sessizlikte bir o org bir de bu morg
üsküdar'a gider iken özlem ölür satırlarda
görüyor musun şu balıkçıl sandallarda
bir tanıdık yüz taşımakta artık
yazı yaşatan satranç tahtaları"
"Bahçeye Hayalden Girilir" adlı bir şiirden:
Susar kalır sarışın tay! Su gibi bir ten arar
Su suretimiz bizim.
Ah, sokaklar da ağlar. Gölgenin oyununa
gelelim, neşeli bir
ıslıkla o bildik bahçemize kaçalım. Canı
yanmasın diye aşkın,
buhar olup göğe çıkalım. Kalbi sürçerek,
yalnızca kalbiyle
yaşayan eski hayal çocuklarıyız... terkedildik ahşap bir
cümleden..."
Her şiirin bir bütün olması gerektiğine göre, yukarıda uyguladığım yöntem,
yani şiirin içinden bir bölüm çekip almak, geçersiz olmalı aslında. Ne
var ki, bu özel durumlarda, yöntem geçersiz değil. Vurgulamaya çalıştığım
sorun zaten tam da bu: Alıntıladığım bölümler tek başlarına anlamsız
oldukları gibi, parçası oldukları şiirin içinde de anlamsızlar.
Kısacası, şiir bir bütün değil. Şairin şu veya bu nedenle hoşuna giden
kelimelerin yanyana sıralanması, şairin ilginç veya güzel bulduğu
imgelerin peşpeşe dizilmesi, şairin kıvrak zekasını hepimize kanıtlamak
üzere kelime oyunlarının altalta yazılması.
Attila İlhan'ın yanıldığını sandığım diğer nokta "alafrangalık"
ile ilgili. Kanımca, günümüz Türk şairinin anlam ve çağrışım yükünün
sıfır olmasının nedeni şairlerin alafrangalık merakı değil.
Şairler arasında, bilinçli veya bilinçsiz, şöyle bir anlayış yaygın bugün:
"Türkiye'de zaten şiir okunmaz. Biz yazar, biz okuruz. Yazdıklarımızı
kalabalık bir okuyucu kitlesi okumayacağına göre, anlaşılmak önemli değildir".
Dahası, bazı şairlerce bu durum öylesine benimsenmiştir ki, az satılıp az
okunur olmak olumlu bir durum olarak görülmektedir. Sonuç olarak ortaya çıkan
kısır döngüden alabildiğine memnundur bazılarımız: Kimse okumadığına
göre iyice 'uçuk' şiirler yazılabilir; şiirler uçuklaştıkça okur sayısı
doğal olarak daha da düşer. Şiirler tam birer muamma haline gelip okuyucu
sayısı düştükçe, bazı şairler şiirlerinin ne kadar felsefi, derin ve
erişilmez güzellikte olduğunu düşünür mü bilmem.
Bu uçuk anlamsızlık, üstelik şiirlerin de dışına taşıyor. Tek bir örnek
yeter. Varlık dergisinde bir şair bir diğeriyle söyleşi yapıyor, sorduğu
soruların bazıları şöyle:
"Bu sarışın çocuk Akdeniz kokulu. Şeffaf ama defolu değil. Soruların
yalnız kendin için değil, kelebeklere, leylaklara, akşamlara takla attırıyor...
Bu kitabında da oda, anı, yine çocuk, anne, balkon ve ayna var. "Aşktan
yeni çıkmış bir intihar annesizdir" diyorsun. Bu kitapta aşk tutulması
bir cehennem gizli. Akide şekeri tadındaki sorumu sen bul artık!.. Sahi bu kuşak
kendi kanını emen kara kuşak mı? Bağışla, kromozomların da konuşabilir."
(Meraklısı için söyleyeyim, kendisiyle söyleşi yapılan şair bu sorulara
cevaben "Kardeşim, sen delirdin mi?" demiyor; sorulara ciddi ciddi
cevap veriyor).
Bu kuşak "kendi kanını emen kara kuşak mı", bilemem, ama tüm şiir,
dergi ve kitap okuyucularıyla dalga geçen, kendini müthiş zeki zanneden bir
yaramaz çocuklar kuşağı olduğu kuşkusuz. Dalga geçen, çünkü söyleyecek
ciddi hiçbir şeyi olmayan bir kuşak. Bu kuşağın şairleri, şiirlerine bakılırsa,
içinde yaşadığımız dünya hakkında, Türkiye hakkında, insanlığın
sorunları ve sevinçleri hakkında hiçbir görüşe sahip değil.
Denebilir ki, şiir böylesi görüşlerin ifade edileceği alan değildir; şiir
güzel söz, ses ve imge sanatıdır, fikirlerle ilişkisi yoktur. Günümüz şairlerinin
önemli çoğunluğunun böyle düşündüğünün farkındayım (farkında
olmamak mümkün mü!).
Kanımca, bu anlayış zaten söyleyecek bir şeyi olmayanların şiire
ettikleri bir hakarettir. Dediğim gibi, bütün bunların alafrangalık merakından
kaynaklandığını sanmıyorum. Dünyada ve özelikle de Türkiye'de esen
egemen rüzgarlardan kaynaklanıyor. Bir yandan, stalinizmin çöküşünün
"sosyalizmin ölümü" olarak ilan edilmesi, insanlığın geleceğinin
yüzyıllar sürecek bir liberal piyasa kapitalizminden ibaret olacağının
yaygın kabul görmesi ve başka türlü bir dünya düşlemenin "modası
geçmiş" bir hale gelmesiyle, her tür toplumsal/eleştirel düşünce ve
eylem artık abes ve hatta yanlış olarak görülüyor. Öte yandan ve buna bağlı
olarak, moda olan düşünce akımları, en başta postmodernizm olmak üzere, dünyanın
bir bütün olarak teorize edilemez ve anlaşılamaz olduğunu savunan akımlar;
bütünlüklü dünya görüşlerinin (yani Hegelci ve Marksist görüşlerin)
artık geçersiz olduğunu iddia eden akımlar.
Bu rüzgarlar bütün dünyada esiyor. Türkiye'de ise ne kadar şiddetle
estiklerini uzun boylu anlatmaya gerek yok herhalde. Sıcak bir sınıf mücadelesinin,
yaygın bir radikalizasyonun yaşandığı 1970'lerin üzerine 10 yıl içinde
'yükselen değerler'e ulaştık.
Yukarda eleştirdiğim şairler postmodernist olmayabilirler, piyasa mekanizmasına
ve yükselen değerlere inanmıyor olabilirler. Ancak, bu ortamın şairleri
oldukları kuşkusuz. Görüşsüzlükleri, yaramaz zekaları, toplumsal
vurdumduymazlıkları ve dolayısıyla anlamsız şiirleri bu ortamdan kaynaklanıyor.
Sanılmasın ki içinde İngiliz anahtarları, nasırlı eller ve indirilen şalterlerden
söz edilen şiirler arıyorum. Hayır, insanları ilgilendiren herşey şiire
konu olabilir; ölümlülük, sonsuz veya ümitsiz aşk, dostluk, fedakarlık
veya ihanet, özlem veya kavuşma, bütün bunlar "bireysel" konular
olabilir, ama bütün insanların paylaştıkları bireysel konulardır. Konusuz
şiir ise şairi dışında kimsenin paylaşmadığı bir şiirdir, kimseyi
ilgilendirmez.
Bu yazıyı küçük İskender'in Gösteri dergisinde (2) Attila İlhan'ın son
şiir kitabı (3) hakkında yazdıklarını okuyunca yazmaya başladım. Küçük
İskender, birincisi, Attila İlhan'ın bu kitapta kendisini yinelediğini anlatıyor.
Buna katılıyorum. Kitapta yeni bir açılım, yeni bir yönlenme, yeni bir
yaratıcılık yok. Korkunun Krallığı'nın ikinci yarısı adeta. İkincisi,
Küçük İskender kitabın "Şairin Not Defteri" adlı bölümünden
yer alan şiir parçalarına itiraz ediyor: "Her yazdığını şiir sanmanın
posta kutusu bu! Şiir kitabı şairin çöp tenekesi değildir" diyor.
Buna da katılıyorum.
Belli ki Ayrılık Sevdaya Dahil biraz yorgun, biraz tembel bir kitap. Ama düşünmeden
edemedim: Nasıl oluyor da bu yorgun ve tembel kitap üç yıldır (yani Gri
Divan'dan beri) en severek okuduğum kitap olabiliyor? Söylemeden de edemeyeceğim.
Allah gecinden versin, Attila İlhan'ın mezarında çıkaracağı sesler bile
herhalde benim kuşağımın yazdığı şiirlerden daha anlamlı, daha bütünlüklü,
daha ilginç ve insanlarla daha ilgili olacaktır da ondan.
Dipnotlar:
(1) Attila İlhan, Hangi Edebiyat (Bilgi Yayınevi, 1993), s. 227.
(2) "Şiirlideğnek", Gösteri (Aralık, 1993), s. 46-48.
(3) Attila İlhan, Ayrılık Sevdaya Dahil (Bilgi Yayınevi, 1993).