KARACOĞLAN'IN YAŞAMI VE ŞİİRLERİ
YAŞAMI
Çoğu halk şairi
gibi, elimizde Karacoğlan'ın yaşamı ile ilgili kesin bir bilgi ya da belge
yoktur. Bildiklerimiz, bazı söylentilere ve şiirlerine dayanmaktadır.
Güney illerimizdeki
(Mersin, Adana, K.Maraş vb.) yaygın bir söylentiye göre Adana'nın ilçesi
olan Bahçe'ye bağlı Farsak (Varsak) köyünde doğmuştur.
"Kozan Dağından
neslimiz
Arı Türkmendir aslımız
Varsak’tır durak yerimiz"
dizeleri de bu söylentiyi
doğrulamaktadır.
"Bin on beşte
beratçığım yazıldı
Seksen beşte belkemiğim bozuldu
Bin doksanda mezarcığım kazıldı"
dizelerine göre de
1015 (1606)'de doğduğu ve 1090 (1680) 'da 75 yaşında öldüğü anlaşılmaktadır.
1640-1649 tarihleri
arasında padişahlık yapmış olan Sultan İbrahim döneminde tutsak edilmiş,
kısa zamanda Türkçeyi ve Türk müziğini öğrenmiş, daha sonraları
besteler de yapmış olan Ali Ufki (Albert Babovski)'nin "Mecmua-i saz-ı söz"
adlı kitabında, sözleri Karacoğlan'a ait iki beste vardır. Ali Ufki, bu
besteleri 17. yüzyılın ikinci yarısında yapmıştır. Buna göre, Karacoğlan'ın
16. yüzyılın sonları ile 17. yüzyılın ilk yarısında yaşamış bir halk
şairi olduğu söylenebilir.
Güney illerimizde
bir söylenceye (efsaneye) göre Karacoğlan'ın yaşamı şöyledir:
Asıl adı Hasan'mış.
Daha bir yaşına basmadan anadan öksüz kalmış. Beş yaşına varmadan da
babası Kara İlyas, Kozan derebeyi Hüsam Bey(*} tarafından askere alınmış.
Bir daha da dönmemiş. Böylece küçük Hasan ortalıktı kalakalmış !
Anasının
"Karaca" diye sevip doyamadığı Hasan'a köyden (Farsak köyünden)
Serdengeçti Osman Ağa sahip çıkmış. Ona babalık etmiş, büyütmüş. Yaşı
on sekize gelince de, köyde kimi kimsesi olmayan dilsiz bir kızla evlendirmek
istemiş.
Karacoğlan, bu
dilsiz kızla evlenmek istememiş. Ama bu düşüncesini çok sert bir adam olan
babalığı Osman Ağa'ya da söyleyememiş. Çareyi köyden kaçmakta bulmuş.
Düğün hazırlıkları yapılırken bir gece köyden kaçmış.
Karacoğlan dağlar,
tepeler aşmış, nereye gittiğini bimeden durmadan yürümüş...
Yorgunluktan yürüyemez duruma gelince, ulu bir çam ağacının altına oturmuş.
Daha oturur oturmaz da uyumuş.
Uykusunda ak sakallı
bir dede, Karacoğlan'a dolu bir tas uzatmış:
- İç şunu, iç
ki, yorgunluğun ve dargınlığın son bulsun. Dilin bülbül, gönlün şen
olsun, demiş.
Karacoğlan, tası
başına dikip içince kendine gelmiş. Yorgunluğu üstünden gidivermiş. İçinin
çalıp söylemek isteğiyle coştuğunu görmüş. Sazını eline alıp yeniden
yollara düşmüş...
Bir gün Aladağlar'da
bir Türkmen obasına konuk olmuş. Çalıp söylemiş. Oba halkı Karacoğlan'ı
çok sevmiş:
- Âşık, hiç üzülme,
demişler. Burasını kendi oban gibi bil, burda kal, obamız şenlensin !
Karacoğlan obada
kalmış. Günler gelip geçerken, Karacoğlan obabaşı Boran Bey'in biricik kızı
Elife âşık olmuş. Boran Bey de babalığı Osman Ağa gibi sert bir adammış.
Derdini içine gömmüş, gizlice obayı terketmiş...
Dağları aşa aşa,
günlerden bir gün Karaman iline gelmiş. Orada da Boran Bey'in obasıyla karşılaşmasın
mı ? Hem şaşırmış, hem sevinmiş. Elif de aylardır Karacoğlan'ın özlemiyle
yanıp tutuşuyormuş...
Bir gece gizlice
buluşup obadan kaçmışlar. Uzaklarda, çok uzaklarda, bir obaya, obanın beyi
Tuğrul Bey'e sığınmışlar. Tuğrul Bey, obalılar, çok iyi karşılamışlar
bunları. Artık Karacoğlan'la Elif orada katmışlar.
Tuğrul Bey,
dillere destan bir düğün yaptırarak bunları evlendirmiş. Karacoğlan obalılara
saz çalıyor, Elif de ev işleriyle uğraşıyor, mutluluk içinde geçinip
gidiyorlarmış.
O yörede Köse
Veli derler bir adam varmış. Elif ’e tutulup âşık olmuş. Bir gece Karacoğlan
yokken, çadıra girivermiş, Elife saldırmış. Ne yapsın Elifcik? Bir duyan
olmasın, rezil olmayalım diyerek sesini çıkaramamış.
Karacaoğlan bu
olayı öğrenince çok üzülmüş. Derdinden deli olmuş. "Demek Elif
bana ihanet etti !" diyerek obadan ayrılmış, yeniden gurbete çıkmış.
Gönlü kırık, yıllarca
gurbet ellerde dolaşıp durmuş...
Elife gelince, o
da, o günden sonra kara çadırından hiç dışarı çıkmamış. "Ergeç
gerçeği öğrenecek, bana dönecek!" umuduyla Karacoğlan'ın yolunu gözlemiş.
Bir zamanlar obanın en güzel gelini olan Elifcik de yaşlanmış, artık
obanın Elif Ana'sı olmuş...
Elif Ana bir gün
çadırın önünde otururken, oradan geçen bir çerçiye sormuş:
- Çerçi kardaş, hiç gezdiğin yerlerde onu gördün mü?
Çerçi de:
- Sen kimden söz
ediyorsun teyze ? demiş.
- Kimden olsun çerçi kardaş, Karacamdan söz ediyorum !
- Elif dedikleri sen
misin?
- işte o benim
kardaş! Boran Bey'in kızı, Karacoğlan'ın Elifi...
Çerçi oradan hızla
ayrılmış. Gidip Karacoğlan'ı bulmuş:
- Çabuk ol, demiş,
artık inadından vazgeç. Elifin eli ayağı tutmaz olmuş. Yolunu gözleyip
duruyor. Ya yetişirsin, ya yetişemezsin, çabuk ol, hemen yola düş!
Karacoğlan çerçiye:
- işte görüyorsun
durumumu, ben bu bükük belle ta oralara nasıl giderim? deyince, çerçi de:
- Hadi atla atıma, deyip Karacoğlan'ı eski obasına götürmüş.
Bütün oba Karacoğlan'ın
başına toplanmış. Ayakta zor durabilen Karacoğlan:
- Nerede? diye sormuş,
Elif nerede ?
Kalabalık donup
kalmış, kimseden ses çıkmamış.
- Yoksa öldü mü ?
Yaşlılardan biri
mezarlığı göstermiş:
- işte orada !
Gençlerin yardımıyla
Karacoğlan mezarlığa varmış. Yeni bir dut fidanı dikilen Elifin mezarının
başına oturmuş. Sazını göğsüne bastırarak söylemeye başlamış:
"Şu yalan dünyaya geldim geleli,
Tas tas içtim ağuları sağ iken.
Kahpe felek vermez benim muradım,
Viran oldum mor sümbüllü bağ iken...''
Sonra sazını dut
fidanına asmış:
- Bu saz burada kıyamete kadar kalacak, demiş, oraya yığılıp kalmış...
Obalılar, Karacoğlan'ı
Elifin yattığı tepenin karşısına gömmüşler.(**)
Derler ki, her yıl
ilkbaharda, o tepenin üstünde biri yeşil, biri mavi iki ışık yükselir, gökyüzünde
birleşir. Karacaoğlan'la Elifin sevgileridir
bunlar...
Saza gelince, o saz da yıllarca orada asılı
kalmış. Çürümüş, yenisini yapıp asmışlar. Dut ağacı yaşlanmış,
yıkılmış, Yeni bir dut fidanı dikmişler. Yüzyıllardır, yel estikçe
Karacaoğlan'ın sazı kendi kendine ötüp durmuş...
YAŞADIĞI DÖNEM VE ÇEVRE
Daha önce de belirttiğimiz gibi, eldeki
belgelere ve şiirlerine göre Karacoğlan 17. yüzyıl içinde yaşamıştır.
Ama nerede doğduğu, mezarının nerede bulunduğu hakkında kesin bir bilgimiz
yoktur. Değişik bölgelerde Karacoğlan'a ait olduğu iddia edilen mezarlar
bulunmaktadır. Bunlardan hangisinin doğru olduğunu saptamak olası (mümkün)
değildir. Olsa olsa, bu mezarlar, Karacoğlan'ın halkımız tarafından çok
sevildiğini gösterir. Gerçekten de Gaziantep'te yaşayan Barak ve Çavuşlu Türkmenleri;
Mut, Silifke, Gülnar (içel) Türkmenleri; Batı Anadolu'da yaşayan Karakeçili
aşiretleri, Karacoğlan'a sahip çıkarlar. Türkolog Dr.Wilhelm Radloff
(1837-1918)'un Kırım'da derlediği bir söylentiye göre, Belgrat'Iı olduğu
da söylenmiştir.
Kesin olarak bilinen bir gerçek vardır; o
da, Karacoğlan'ın Güney Anadolu'da Toroslar yöresinde yaşadığıdır:
"Vatanımız Adana, Maraş,
Çukurova ilimiz var."
*
"Binboğa'dır benim ilim."
*
"Mamalı'da
ben bir Rıdvanoğluyum."
*
"Maraş
illerine giden kervancı.
Selam söyle bizim ile, obaya."
*
"Gönül arzuluyor Antep ilini"
*
"Misis Köpriisü'nden,
Ceyhan suyundan,
Boylan geçin Üreğil'in çayından,
Emmim kızı kalleş yarin elinden,
Bir haber getirin bağlı taş m'ola?"
Bu örnekler, Karacoğlan'ın Güney illerimizde, bugün de yer yer
geleneklerini sürdüren bir Türkmen halk şairi olduğunu göstermektedir.
Türkmenler;
bilindiği gibi, kökenleri Orta Asya'ya dayanan, zengin bir folklora ve halk
edebiyatına sahip olan Türk budunlarından (kavimlerinden) biridir. Anadolu'ya
geldikten sonra, Maraş'ta Dülkadiroğulları, Adana'da Ramazanoğullan, Taşili'ni
(Antalya) içine alan bölgede de Karamanoğulları Beyliklerini kurmuşlardır.
Türkmenler,
geleneklerine çok bağlıydılar. Güçlü, disiplinli bir göçebe yaşamlar:
vardı. Bu yaşamı sürdürmek için uzun zaman direndiler. Dış etkilere karşı
boyun eğmemeye çalıştılar. Bu yüzden önceleri Selçuklular, daha sonra da
Osmanoğullarıyla mücadele ettiler. Göçebe yaşamı terkedip yerleşik
toplum düzenine geçmek istemediler. Ne var ki, tarihsel, toplumsal gelişimin
doğal bir sonucu olarak, göçebelik yaşamı da 16. yüzyıldan sonra büyük
değişime uğradı. Türkmenler, yavaş yavaş bir toprağa bağlanmaya başladılar.
Göçebeliğe göre, daha ileri bir üretim ve yaşam biçimi olan tarım, Türkmenler
arasında da yaygınlaşmaya başladı. Ama merkezi yönetimle Türkmenler arasındaki
uzlaşmaz tutum hemen bitmedi; A.Cevdet Paşa'nın 1865'te gerçekleştirdiği
"Çukurova Reformu"na kadar sürüp geldi. Toroslar'daki Türkmenlerin
göçebelikten yerleşik yaşama geçişleri, ancak bu reformla sağlanabildi.
Bu açıklamayı şunun
için yaptık: Türkmenler, sert karakterli, bağımsız yaratılıştı bir
topluluktu. Kozanoğulları, Gâvurdağı Ulaşlıları, Farsaklar, Yağbasanlılar,
Bozdoğanlar, Menemencioğulları, Tecirliler, Ceritler, Afşarlar, Sarıkeçili,
Bahşiş, Bolacalı vb. aşiret ve boylarından oluşan bu topluluk, geniş ve dağlık
bir bölgede, obalar halinde, orda oraya konup göçen hareketli bir yaşam içindeydiler.
Kışlar bir bölgede, yazlar ise başka bir bölgede geçiyordu.
Karacoğlan'ın aşireti,
bunlardan hangisiydi? Bunu da kesin olarak bilmiyoruz. Ama onun, Tarsus, Kozan
Dağı, Düldül Dağı (Bahçe) gibi yerlerde yaşayan Farsak (Varsak) aşiretinden
olabileceğini söyleyebiliriz. Farsaklar, dağlık yerlerde oturmayı seven,
sert, hırçın, isyancı bir aşirettir. Bu özelliklerin oluşturduğu ve
"isyan", "hırçınlık", "üstünlük", "kan
dökme", "yiğitlik" gibi duyguların işlendiği "varsağı"
türü, halk edebiyatımıza Karacoğlan tarafından kazandırılmıştır. Bu
da onun Farsaklı olduğunun belirgin bir kanıtı olarak gösterilebilir.
Şiirlerine bakılırsa,
Karacoğlan belli bir yere bağlanıp kalmamış, sürekli olarak gezmiştir, İçel,
Niğde, Konya, Karaman, Aydın, Ankara, Kayseri, Sivas, Gümüşhane, Erzurum,
Erzincan, Kars, Malatya, Diyarbakır, Mardin, Maraş, Halep, Mısır... gezdiği
yerler arasındadır. Ama onun asıl sevdiği yerler, doğup büyüdüğü
Toroslar olmuş; gezdiği yerlerde hep ili'ni özlemiştir:
”İndim seyran ettim Frengistan'ı,
İlleri var, bizi il'e benzemez.
Levin tutmuş goncaları açılmış,
Gülleri var, bizim güle benzemez.
...........................
Akıllan yoktur, küfre
uyarlar,
İmanları yoktur, cana kıyarlar,
Başlarına siyah şapka giyerler,
Beyleri var, bizim beye benzemez.
Karacoğlan eydür, dosta darılmaz,
Hasta oldum hatırcığım sorulmaz,
Vatan tutup bu yerlerde kalınmaz,
İlleri var, bizim il'e benzemez."
Gönül, ne
gezersin sarp kayalarda ?
İniver aşağı, yola gidelim.
.......................................
.......................................
Şahanı koyverin,
avını alsın,
Yârenim yoldaşım yanıma gelsin,
Şu garip illerde düşmanım ölsün,
Emmili, dayılı il'e gidelim."
ÖTEKİ KARACOĞLAN'LAR
Edebiyatımızda, asıl Karacoğlan'dan başka, bu adı (ya da mahlası) taşıyan
başka şairler de vardır:
• Gelibolu
Mustafa Ali Efendi, yazdığı bir kitapta, bazı başarısız şairlerden söz
etmekte ve şöyle demektedir: "Böyle hayvanlar, olgun insanlara vergi şiirden
dem vurmak isterler. Gazel okumaya yellenirler. Aptalları inandırabilirlerse,bu
sözleri biz dedik diye yalan söylerler. Darda kalırlarsa bu şiirler Karacoğlan'a
dayandırılır."
• 16. yüzyıldan
kalma bir yazmada "Karacoğlan" imzalı bir şiire raslanmıştır.
• 17. yüzyılda
yaşamış olan ünlü Aşık Ömer, "Şair-nâme" adlı destanında
"Karaca Oğlan" adlı bir şairi küçümseyerek şöyle der: "Öksüz
âşık deyişleri aseldir / Karaca Oğlan ise eski meseldir / Ezgisi çağrılur
keyfe keseldir / Biz şair saymayız böyle ozanı. Bu şairin asıl Karacoğlan'la
bir ilgisi olduğunu sanmıyoruz.
• 19. yüzyılda da yaşamış
Silifkeli bir Karacoğlan vardır. Yörede bu şairden "Küçük Karacaoğlan"
diye söz ederler.
KARACOĞLAN'IN ŞİİRLERİ
Karacoğlan'ın kaç şiiri vardır? Bunların Hepsi zamanımıza değin
gelebilmişler midir? Bu sorulara da kesin bir karşılık veremiyoruz.
Karacoğlan'ın
dilden dile çok geniş bir alana ya da bölgeye yayılan şiirlerinin tümü
daha derlenebilmiş değildir. 17. yüzyıldan sonra yazılan "cönk'lerden
ve halk ağzından yapılan ilk toplu derleme, Sadenin Nüzhet Ergün
(1901-1946) tarafından ilk kez 1928'de yayınlanmıştır. Bu ilk derlemede 273
şiir yer almaktadır. Ergun'un 1969'da yirmi birinci baskıya ulaşan kitabında
şiir sayısı 472'ye yükselmiştir. Dr.Müjgân Cumbur'un "Karacoğlan"
adlı kitabında ise şiir sayısının 507'ye çıktığını görmekteyiz.
Görülüyor ki,
yeni derlemelerle Karacoğlan'a ait şiir sayısı günden güne artmaktadır,
öte yandan Karacoğlan'a mal edilen bazı şiirlerin ise gerçekten ona ait
olup olmadığı da bir tartışma konusudur. Çünkü Karacoğlan da tıpkı
Yunus Emre, Pir Sultan Abdal gibi çağdaşlarını ve daha sonra yetişen pekçok
şairi etkilemiş; şiirleri taklit edilmiş ya da şiirlerine benzek (nazire)
yazılmış biridir. Başkaları tarafından söylenmiş ya da yazılmış bu tür
şiirleri, Karacoğlan'ın şiirlerinden ayırdetmek güçtür.
Karacoğlan şiirlerinin
derlenmesinde en güvenilir kaynak, kuşkusuz cönklerdir. Ne var ki, cönkler
de temelde sözlü kaynaklara dayandığından derlenen şiirlerin birbirini
tutmadığı, yazana ya da yazıldığı döneme göre değişik biçimler aldığı
görülmektedir. Böylece aynı şiirin varyantları, ayrı ayrı şiirler gibi
karşımıza çıkmaktadır. Kimi zaman da cönklere eksik geçmiş iki şiirden,
yakıştırma ya da onarma (tamir) yoluyla bir şiir yapılmaya çalışılmaktadır.
Karacoğlan'ın tanıtılmasında,
şiirlerinin bulunup toplanmasında, yorumlanıp değerlendirilmesinde,
Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana pekçok araştırmacının emeği vardır.
Ama bunların içinde en büyük emek payını Ali Rıza Yalman (183-1960),
Sadettin Nüzhet Ergun (1901-1946) ve Cahit Öztelli (1910-1978)'ye ayırmak
gerekir. Bu nedenle onları saygıyla anıyoruz.
ŞİİRLERİN BİÇİMSEL ÖZELLİKLERİ
Karacoğlan "koşma",
"destan", "türkü", "semai" ve "varsağı"
türünde şiirler söylemiştir. Bunlar, biçimsel yönden, geleneksel âşık
edebiyatımızın en güzel örnekleridir.
Şiirlerde hece ölçüsünün
6 + 5=11 ve 4+4=8'li kalıpları kullanılmıştır.
Şiirlerde uyumlu bir ses örgüsü vardır. Bu uyumda, ustaca kullanılan sözcüklerin
ve uyakların (kafiyelerin) büyük payı vardır. Bununla birlikte, Karacoğlan'ın
uyum sağlamak için zaman zaman yarım uyaklara ve rediflere başvurduğu görülür.
Ayrıca, bu amaçla bazı şiirlerinde "Hey geri de deli gönül hey
geri" / "Mestine de Karacoğlan Mestine" vb. gibi şiirin içeriği
ile ilgisi olmayan dizeler (mısralar) ya da "hezel",
"hezeli" gibi sözler de kullanmıştır.
ŞİİRLERİNİN DİLİ
Her halk şairi
gibi, Karacoğlan da şiirlerinde kendi yöresinin dilini kullanmıştır. Ne
var ki, Karacoğlan yöresel dili kullanıştaki ustalığı ya da yetkinliği
ile öteki halk şairlerinden hemen ayrılır. Bu alanda, hiçbir şair, onun düzeyine
çıkamaz.
Karacoğlan'ın şiirlerindeki
dil, Toroslar ya da Güney Anadolu Türkmenlerinin dilidir. Bu dil, Arapça ve
Farsça'nın etkilerine kapalı, sade, arı bir dildir. Göçebe bir yaşam biçiminin
zengin deneyimleriyle beslendiği için, anlatım olanakları geniştir.
Karacoğlan, ustaca söyleyişi ile, içinde doğup yaşadığı bu Türkmen
dilini daha da zenginleştirmiştir. Aşağıdaki deyişlerin halktan mı Karacoğlan'a,
yoksa Karacoğlan'dan mı halk diline geçtiğini kestirmek güçtür:
"Bitmedik işlere
Mevla ulaşa"
"Aşıklık da keman ile saz ile"
"Her şahinin avladığı baz olmaz"
"Kış gününde güller bitmez,
Bitse de bülbülü ötmez"
"Güz gününde av avlanmaz,
Yaz gününde at bağlanmaz"
"Devleti başında olan kişinin
Sevdiceği kendi ile birolur" vb.
Şiirlerinde arı
bir dil kullanmış olan Karacoğlan'ın, çok seyrek de olsa, "sâki-i
devran", "bezm-i gülistan", "nazar-ı himmet" vb. gibi
yabancı tamlamalar ya da kelimeler kullandığını görüyoruz. Ama bunlar,
aynı çağda (17.yy) yaşamış olan Gevheri ve Aşık Ömer gibi halk şairlerinin
kullandıkları yabancı sözler yanında çok düşük kalır.
Sonuç olarak
diyebilirizki, Karacoğlan'ın şiirleri, yabancı etkilere kapalı, bağımsız,
sade halk dilinin en güzel örneklerini oluşturur. Türkçenin, doğal yapısı
içinde korunup geliştirilmesinde Karacoğlan'ın şiirlerinin büyük etkisi
olmuştur.
ŞİİRLERİNİN KONULARI
Karacoğlan'ın şiirleri,
yaşamla sıkı sıkıya bağlıdır. Konular, hep yakın çevreden; hareketli,
canlı göçebe yaşamından alınmıştır. Karacoğlan, bu yönüyle de öteki
saz şairlerinden ayrılır; daha çok bir "dünya şairi" olarak çıkar
karşımıza. İçe dönük ağır felsefi konularla pek ilgilenmez. İçinde yaşadığı
dünyayı algılamaya, yaşamın tatlı yanlarına eğilmeye çalışır. İyimser,
hoşgörülü bir dünya görüşüne sahiptir.
Kimi şiirlerine
bakılarak onu "uçan", "çapkın", "avare" bir
saz şairi gibi değerlendirmek yanlıştır. Kişiliğini ve dünya görüşünü
saptamaya çalışırken, bu tür yanılgılardan kaçınmak gerekir. O, gönül
avutucu, bireysel şiirler yanında, çağına, içinde yaşadığı topluma tanıklık
eden şiirler de söylemiştir.
Şiirlerinin büyük
bir bölümünde "aşk" ve "doğa" temalarının işlendiği
görülür.
Aşk; kimi halk ya
da saz şairlerinde görüldüğü gibi soyut ya da mistik bir kavram değil,
gerçek aşktır. Sevgili ya da sevgililer de öyledir; canlıdır, gerçektir.
Eşe (Ayşe), Döndü, Döne, Düriye, Cennet, Elif, Esma, Emine, Hatice, Hürü
(Huriye), Meryem'dir. Bu Türkmen güzelleri, onun şiirlerinde el ele tutuşmuş,
halay çeker gibidirler...
Bu güzelleri tanımlayan,
tasvir eden benzetmeler de gerçek yaşamdan alınmıştır: Kömür gözlü, sırma
saçlı, ok kirpikli, ceylan bakışlı, ince sedef dişli, bal ve kiraz dudaklı,
gül yüzlü, siyah zülüflü, mor belikli, tülü maya yürüyüşlü, güvercin
duruşlu, keklik sekişli, kumru sesli, yayla çiçeği kokuşlu, usul boylu, püskürme
benli, kınalı parmaklı, kadife şalvarlı, şal kuşaklı, ala gözlü, gümüş
halhallı...
Doğa'ya gelince, o
da bütün renkleriyle, canlılığıyla yansır Karacoğlan'ın şiirlerine:
Dağlar ve
yaylalar; karlı, gıcılı boranlı, etekleri ormanlı, çıplak tepeli, ala
bulutlu, sulu sepkenli, mor sümbülü, yeşil ardıçlıdır...
Bağlar; reyhanlı,
san çiğdemli, lâleli, menevşeli, nergizli, tomurcuk güllüdür...
Ovalar; kekik
kokulu, çakır dikenli, kara çalılı ve yemyeşil otlarla bürülüdür...
Yaz bahar aylan
gelince, ılgıt ılgıt seher yellerinin estiği bu yemyeşil ovalarda ve
yaylalarda arap atları, top kara zülüflü tülü mayalar, akça cerenler,
emlek kuzular, kınalı keklikler, çakır doğanlar, yavru sahanlar, telli
turnalar, üveyikler, kırlangıçlar, turaçlar... oynaşırlar. Göllerinde sığınlar,
ördekler, ağca kuğular yüzer; bahçelerinde kumrular, garip bülbüller öter...
Güney Anadolu'nun
turuncu, ayvası, elması, kirazı, portakalı, fıstığı, bademi, balı,
kaymağı, üzümü... Karacoğlan'ın şiirlerinde tat verir, bereketlenir.
Kara çadırları,
beserek develeri, davarları, koyunları, kuzulan, arap atları; at üstündeki
yiğitleri; allı yeşilli birbirinden alımlı Türkmen kızları; ötüşen kuştan;
buz gibi suları; yemyeşil yaylaları ve ovalarıyla renkli göçebe yaşamının
tüm doğal özelliklerini Karacoğlan'da buluruz.
İçinde yaşadığı
17. yüzyıl, Osmanlı toprak ve toplum düzeninin bozulduğu; gücüne göre
herkesin bir yerleri kapıp mülk edinmenin yollarını aradığı; halkın ve köylülerin
ekonomik güçsüzlükler içinde kıvrandığı bir dönemdir. Osmanlı toplum
düzeninin halktan yana özelliklerinin zayıfladığı ve zaman zaman yok olduğu
böyle bir dönemde, göçebelerin de bundan geniş ölçüde etkilendikleri
Karacoğlan'ın bazı şiirlerinden anlaşılmaktadır, örneğin "Sultan Süleyman'a
kalmayan dünya" dizesiyle başlayan bir destanında, yaşanılan haksızlıkların
hesabının bir gün sorulacağı, dinsel bir yaklaşımla şöyle anlatılmaktadır:
"Bu dünyada
adam oğluyum dersin,
Helâli, haramı durmayıp yersin,
Yeme el malını er geç verirsin,
iğneden ipliğe sorulur bir gün.
Gökte yıldızların önü terazi,
Ülker ile aşar gider birazı,
Yarın mahşerde de sorarlar bizi,
Hak mizan terazi kurulur bir gün."
Başka bir şiirinde
"Rağbet kalmadı hiç yoksula bayda" (zenginde) diyor. "Kardaştan
kardaşa fayda yoğ imiş" diye yakınıyor, yaşanılan kötü günlerden.
Yer yer şiirlerinde
göreceğimiz bu tür yakınmalar, eleştiriler, Karacoğlan'ın toplumsal
sorunlara tümüyle sırtını çevirmediğini gösteren örneklerdir. Yukarda söylediğimiz
gibi, o iyimser bir kişidir; kötülüklerin, kara günlerin geçici olduğuna
inanır:
"Naçar Karacoğlan
naçar,
Pençe vurup göğsün açar,
Kara gündür gelir geçer,
Gamlanma gönül gamlanma."
Karacoğlan'ın şiirlerinde
"din" ve "dinsel inançlar" önemli bir yer tutmaz. İslâm
dinine inanır. Ama bu dinin hangi mezhebinden olduğu belli değildir. Halk,
ona "ermiş" "evliya" gözüyle bakmış, mezarı sanılan
yerlerde adaklar adamıştır. Karacoğlan'ın kendisine yakıştırılan bu
dinsel sıfatlarla bir ilgisi yoktur.
ETKİLENDİĞİ ŞAİRLER
Karacaoğlan'ın yaşadığı
dönem, Halk Edebiyatı'nın Divan Edebiyatından geniş ölçüde etkilendiği
bir dönemdir. Arap ve Fars edebiyatlarının birçok nazım kuralları, Divan
edebiyatı yoluyla Halk edebiyatına girmiştir.
Karacaoğlan, bu
etkinin dışında kalmıştır. Onun şiirlerinde Divan Edebiyatı'nın
izlerine rastlanmaz. Bunda, dışa kapalı, geleneksel kültüre sıkı sıkıya
bağlı bir göçebe yaşamının, bu yaşamın içinde bulunmanın payı büyüktür.
Öte yandan, Karacoğlan'ın
kendisinden önce yaşamış ya da çağdaşları olan halk şairlerinden
etkilenmediği söylenemez. Obasıyla birlikte durmadan yer değiştiren,
Anadolu'nun birçok yerlerini dolaşan Karacoğlan, kuşkusuz birçok saz şairiyle
karşılaşmış, onlardan etkilenmiştir.
Onun şiirleri üzerinde
duran uzmanlardan birçoğu, Karacoğlan'ın öksüz Dede (17.yy), Köroğlu
(16.yy), Âşık Garip (16-yy), Kul Mehmet (16.yy), Pir Sultan Abdal (16.yy)
gibi halk şairlerinden dil, anlatım, biçim yönlerinden etkilendiği üzerinde
birleşirler.
Karacoğlan, çağdaşı olan Kayıkçı Kul Mustafa'dan da etkilenmiştir. Kimi
uzmanlar, bu etkileşimin karşılıklı olduğunu da söylerler.
Bu konuda özetle şu
yargıya varılabilir: Karacoğlan, daha çok, kendinden önce gelişerek bir çığır
açan Aşık edebiyatından ve bu edebiyatın öncü âşıklarından
etkilenmiştir. Çağdaşlarının etkisi pek görülmez. Çünkü kendisi çağının
öncüsü durumundadır.
KARACOĞLAN'IN ETKİLERİ
Karacoğlan içinde
yaşadığı topluluğun beğenilerine bağlı kalan bir şairdir. Bu topluluğun
düşüncesini, duyarlığını şiirleştirmiştir. Bu nedenle, yaşadığı dönemde
olduğu kadar, daha sonraki dönemlerde de halk tarafından çok sevilmiştir,
özellikle Güney Anadolu Türkmenleri arasında yayılan bu sevgi, zamanla bazı
bölgelerde (Mut, Gülnar) dinsel bir niteliğe bürünmüş, daha önce de
belirttiğimiz gibi, Karacoğlan'ı "ermiş" ya da "evliya"
katma yüceltmiştir. Yaşamı ve kişiliği ile ilgili birçok söylenceler
(efsaneler) ortaya çıkmıştır. Türkmenlerin geleneklerine, bir de
"Karacoğlan geleneği" eklenmiştir, öyle ki, ondan bir şiir ya da
türkü söyleyememek, Türkmenler arasında "ayıp" sayılmıştır.
Bugün bile, Toroslar'daki köylerde, bu geleneğin geniş ölçüde yaşadığını
görmekteyiz.
Türkmenler arasındaki
bu erişilmez Karacoğlan sevgisi, onun yazılı bir kaynağı dayanmayan şiirlerini,
kuşaktan kuşağa yaşatarak zamanımıza kadar getirebilmiştir.
Karacoğlan'ın,
geniş halk yığınları üzerinde olduğu kadar, kendisinden sonra gelen halk
şairleri üzerinde de geniş etkileri olmuştur. Çağdaşları Gevheri ve Âşık
Ömer'le başlayan bu etkilenme, zamanımıza kadar sürüp gelmiştir.
Karacoğlan'ın derin
etkilerini, özellikle Toroslar'da ve Güney Anadolu Türkmenleri arasında yetişen
halk şairlerinde görürüz. Gündeşlioğlu (19, yy) ve Dadaloğlu (1785-1865)
bunların başında gelir. Öyle ki, bu iki şairin şiirlerini, Karacaoğlan'ın
şiirlerinden ayırmak oldukça güçtür. Türkmenlerin en büyük boylarından
biri olan Afşarlar, kendi içlerinden yetişip Osmanlı'ya karşı bir direnç
öğesi durumuna gelen Dadaloğlu'nu da çok sevmişler, yakın benzerlikten
dolayı, Karacoğlan'ın birçok şiirini ona mal etmişlerdir.
Bunlardan başka,
Karacoğlan'dan dil, söyleyiş (üslup), biçim, imge (imaj) vb. yönlerinden
etkilenmiş şu halk şairlerini de sayabiliriz: Aşık Hasan (ya da Hasan Dede,
17.yy), Âşık İsmail (?-?), Deli Boran (19.yy), Beyoğlu (19,yy), Hezari
(19.yy), Ruhsatı (19..yy), Vahdeti (19.yy), İrfani (?-?).
Kısaca söylersek,
Karacoğlan, 16. yüzyılda büyük bir gelişme gösteren ve günümüze kadar
bu gelişmesini sürdüren Halk edebiyatımızın doruk noktalarından biridir.
Yerel dili kullanıştaki ustalığı, halkının beğenilerini şiirleştirmedeki
üstün başarısı ile Halk edebiyatımıza büyük kalkılan olmuştur. Bunun
doğal sonucu olarak, halkımızı ve onların sözcüleri durumundaki halk şairlerini
de geniş ölçüde etkilemiştir.
Ahmet Köklügiller (İstanbul, 1983)
(*) Söylencedeki
insan ve yer adlan, bölgelere göre değişebilir.
(**)Bu yer, bölgelere göre
değişiyor. Akla yakın olanı Mut'taki Karacakız Tepesi'dir.