Medyada
'şiir' savurganlığı
YayIm" ve "yayın" sözlü ve
yazılı medyada yazım karışıklığına yol açan iki kelime... Başta Türk Dil
Kurumu'nun "Türkçe Sözlük"ü olmak üzere birçok sözlük "yayım"ı "Kitap, gazete
gibi okunacak şeylerin basılıp dağıtılması veya radyo ile dinlenecek şeylerin
yayılması" olarak tanımlıyor ve "neşir" karşılığını veriyor. "Yayın" ise
"Basılıp ortalığa sürülen kitap, gazete gibi okunan veya radyo ile her yana
yayılıp dinlenen şeyler" demek ve yani "neşriyat"...
Mustafa Nihat Özön de "Osmanlıca-Türkçe Sözlük"te "neşr" karşılığı olarak dört
tanım veriyor: "1.Dağıtma, yayma. 2.Herkese duyurma. 3. Gazeteye yazma,
yazdırma. 4. Kitap, gazete bastırıp çıkarma." Özön'e göre "neşriyyat"ın
karşılığı ise sadece "yayım"...
Melih Cevdet Anday, "Dili yazarlar yapar" derdi, "sözlüklerin koyduğu kurallar
değil"... Bu yüzden mesela konuşurken "hastane" dese de, fakat "hastahane" diye
yazardı.
"Basın"dan "medya" aşamasına geçilirken dil de değişip gelişti.
Okurumuz ÖZGÜR TÜRKEŞ mektubunda diyor ki: "Ben bu zamana kadar yayının
televizyon, radyo gibi medya organları tarafından, yayımın ise gazete, dergi,
kitap gibi basılı organlar tarafından yapıldığını zannederdim. Acaba bu konuda
bizleri aydınlatabilecek bir yazı yazabilir misiniz?"
Sayın Türkeş'in aklının karışması biraz da kavramları tersinden okumasından
kaynaklanıyor. Bildiğinin tam tersine uzunca bir zamandır "yayın" gazete, dergi,
kitap gibi basılı organlar için kullanılmakta... Bunun içindir ki "Türkiye
Yayıncılar Birliği"nin adında "yayım" değil "yayın" kelimesi yer almakta...
Bunun içindir ki "yayımevi" değil de "yayınevi" diyoruz. Ben, "yayım"ı
televizyon, radyo; "yayın"ı da gazete, kitap için kullanmayı yeğliyorum.
Eskiden de "radyo neşriyatı" denmez miydi?
Ankara'dan yazan RIFAT YÖRÜK adlı okurumuz da SABAH gazetesinin öncelikle pazar
günleri vermeye başladığı "Dünya Klasikleri" için teşekkürlerini ilettikten
sonra 22 Şubat 2004 tarihli gazetemizde yer alan dört "hata"yı işaret ediyor.
Ahmet Hakan'ın 3-4 ay önce yayınlanan yazısı bilgisayardaki "kod"lamadan
kaynaklanıyordu, ki ertesi gün özrü bildirildi. İlker Sarıer'in yazısında RTÜK
üyesi D.Mehmet Doğan yerine Mustafa Doğan, televizyon sayfasında da Mehmet
Barlas'ın programı tanıtılırken AK Parti İstanbul İl Başkanı Mehmet Müezzinoğlu
yerine Mehmet Müderrisoğlu yazılması okurumuzun da belirttiği gibi
yazarlarımızın bir dalgınlığının eseriydi. Uyarısı için teşekkürler...
Rıfat Yörük, aynı gün "Hıncal'ın Yeri"nde yayımlanan "Koşma" başlıklı şiiri
Necip Fazıl'ın yazdığını ve adının da "Veda"
olduğunu belirtiyor. Benden de bu konuda bir açıklama bekliyor, ki gerçekten de
adı geçen şiir Necip Fazıl Kısakürek'indir ve üstat bu şiiri 1923 yılında "Veda"
adıyla yayınlamıştır. Hatta bu ilk biçiminde birinci mısraı "Akşamı getiren
sesleri dinle" değil "Elimde, sükutun nabzını dinle"dir, ikinci dörtlük ise
şöyledir: "Yürü, gölgen seni uğurlamakta, / Küçülüp küçülüp kaybol ırakta, /
Yolu tam dönerken arkana bak da, / Köşede bir lahza kalıver gitsin!" (Çile,
Büyük Doğu Yayınları, s: 200.) Oysa aynı şiir, "Ayrılık Vakti" adıyla Necip
Fazıl'ın ilk kitabı "Örümcek Ağı"nda (Halk Kitaphanesi, 1925, s: 21) ile "Ben ve
Ötesi"nde (Sühulet Kütüphanesi, 1932, s: 16) SABAH'ta yayımlanan biçimiyle yer
almıştır.
Elbette Hıncal Uluç'un bütün bu kaynaklara bakma olanağı yok, olamaz da... Fakat
şiiri gönderen okur Neşet Üstündağ, şiirin Necip Fazıl'a ait olduğunu
belirtebilirdi.
Eskiden özellikle doğum günlerinde "kilitli" hatıra defterlerine yazılırdı
şiirler ve "miri malı" olduğu için de elden ele dolaşırdı. Şimdilerde ise nice
sözüm ona "internet" ya da ehil kişilerce hazırlanmayan şiir antolojilerinde
Yahya Kemal'den
Orhan Veli'ye,
Nazım Hikmet'ten
Cemal Süreya'ya Türkçe'nin yüz akı
şairlerinin eserleri "serseri mayın" misali, hiçbir denetimden geçmeden elden
ele, dilden dile geziniyor.
Ben dahi kendi şiirlerimi tanıyamıyorum.