BİLİNÇLİ BİR ÇOCUK VE BİLİNÇLİ BİR DELİNİN
ALTMIŞ YILLIK ŞİİR SERÜVENİ YA DA
Cumhuriyet sonrası Türk şiirinin “evrensel şairlerinden” biri olma hakkını kazanmış 80 yaşındaki Melih Cevdet Anday’ın şiir serüveni hakkındaki düşüncelerimi söylemeye başlamadan önce, sizlere küçük bir öykü anlatmak istiyorum:
Ormanda yangın çıkmış. Herkes can derdinde kaçışırken, minik bir serçe, ormanın yakınındaki gölden, gagasına doldurduğu bir damla suyu getirip alevlerin üzerine atıyormuş durmadan. Kaçışanlar alayla sormuşlar serçeye: “Bir damla su ne işe yarar?” diye. Yanıtlamış minik serçe telaşla: “Elimden ancak bu kadarı geliyor.”
Benim, Melih Cevdet Anday şiirine yaklaşım ve çabalarımın da “bu kadar”la sınırlı olduğunu lütfen unutmayınız.
*
Bilinenleri yinelemenin her zaman yararlı olduğuna inandım. Bu durum, Melih Cevdet Anday şiiri içinde geçerli ve gerekli.
Her yeni devinim alışılmışı karşısına alır, karşı koyar, eleştirir ve alışılmışa baş kaldırır. Yeni olanın alışılmışa göre yaşama gücü elde edebilmesi ve dirimselliğini sürdürebilmesi karşısına alma, karşı koyma, eleştirme ve baş kaldırma işlevlerini ne ölçüde yerine getirdiğine, getirebildiğine bağlıdır, bağımlıdır. Cumhuriyet sonrası Türk şiirindeki bildirgeli Birinci Yeni ile bildirgesiz İkinci Yeni, bu durumun can alıcı öneme sahip örnekleridir.
Garip’in ‘Birinci Yeni’ oluşu ortaya çıktığı ve rast geldiği zaman diliminde sayılan niteliklere uygunluk göstermesindendir. Alışılmış, şiir adına yaratılanı, üretileni doğal, olağan saymayı öngörür. Benimsenmiş, benimsetilmiş ve belletilmiştir. Alışılmış şimdideki eskiyi ve eskimekte olanı simgeler ve dile getirir. Alışılmamış ise şimdideki yeninin muştusudur. Alışılmış, benimsenmişlik, benimsetilmişlik ve belletilmişlik dışında başka bir seçeneğe yaşam hakkı vermemeye çalışır, çabalar.
Oysa, alışılmışı karşısına alan, karşı koyan, eleştiren ve baş kaldıran alışılmamış benimsenmiş, benimsetilmiş ve belletilmiş olan(lar)ın dışında seçenekler sunar. Benimsenmiş, benimsetilmiş ve belletilmişin göreli olduğunu ve değişebilirlik taşıdığını gösterir, vurgular. Dolayısıyla yadırganır, yargılanır, alaylanır, kalaylanır. Alışılmamış da yadırgatır,yargılar, alaylar, kalaylar.
Alışılmış geleneğin ve ortam ortalamasının kucağına oturur ve iyi-kötü beslenir. Gelenek ve ortam ortalaması beslediğine giysi niyetine deli gömleği giydirir. Gelenek ve ortam ortalaması şairin kendini kendi olarak var kılma ve var olma sorumluluğunu kolaylaştırır. Karşılığını ise, şair, bile isteye talebe göre arz ya da yaratmasını ortalamada, vasatide tutmakla yetinerek öder. Çünkü, gelenek ve ortam ortalaması alışılmışı, alışılmış benimsenmiş, benimsetilmiş ve belletilmişi yarattığı, ürettiği – yeniden ürettiği ölçüde ve sürece besler, destekler. Talebe göre arz ya da yaratmasını ortalamada tutmak git gide birörneklileştirilmiş kendini yineleyen ama yenilemeyen bir döngünün, bir kısır döngünün oluşmasını ve sürmesini sağlar.
Gelenek ve ortam ortalaması, şaire giydirilen deli gömleği, şair ve okura takılan at gözlüğüdür. Şair ve okur, bunları fırlatıp attığı zaman sağlığına kavuşabilir, kavuşacaktır.
Alışılmış olan tepki oluşturma gizilgücünü güdükleştirir, beklentilere sınırlar çizer, narh koyar. Alışılmışa karşı iki tür tepkime oluşur: birincisi, alışılmışın verdiği tekdüzelik, rahatlık ve ağırlık (rehavet); ikincisi ve asıl önemlisi doygunluğa eriştirememezlik.
Alışılmamışa karşı oluşan tepkimeler iki türdür: birincisi, rahatı bozar, dolayısıyla dışlanır ya da görmezden gelinir; ikincisi ve yine asıl önemlisi doygunluğa eriştirebilir, farklı tatlar ve hazlar oluşturur.
Cumhuriyet sonrası Türk şiirinde, Birinci Yeni şairleri başlangıçta, o günün ortam ortalamasının sularında az ya da çok kulaç atmışlardır. Göz açtıkları şiir dünyasında eskiyen en son yeni ya da yeniler vardır çünkü. Her yeni, kendinden önce var olanda bazı beğeniye değer yanlar bulabilir, bir süre bunlarla oyalanır. Sonra yeni olmanın gereğini yerine getirir: denenmemişi denemek. Şiir, gerçek şiir hiçbir zaman var olanla yetinmez çünkü, bu doğasına aykırıdır. Var olanı yinelemek yerine, yeniyi, dirimi arar, yapılmayanı yapmaya girişir, ulaşılmaz olanı erekler.
1937-1938 yıllarında Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday Varlık dergisinde yayımlanan şiirleriyle geleneğe ve ortam ortalamasına darbeyi vurmuşlar ve 1941 yılında yayımladıkları ortak kitapla bu devinimi bildirgeli konuma getirmişlerdir.
Dönelim: Birinci Yeni alışılmışı karşısına almış, karşı koymuş, eleştirmiş ve baş kaldırmıştır. Benimsenmiş, benimsetilmiş ve belletilmiş ne varsa, kendi iç tutarlılığı ve bildirgesi çerçevesinde değiştirmiştir. Köktencidir. Seçkinlik sıradanlığa, ölçü ölçüsüzlüğe, uyak uyaksızlığa, soyut somuta, yapmacıklık içtenliğe, büyük küçüğe yerini bırakmıştır. Söyleyişe, o günün moda deyimiyle eda egemen olmuştur. Şiirin içine şiirin dışında ne varsa alma kararındadır Birinci Yeni. Gerçek anlamda, şiirin tarihi, coğrafyası, ekonomisi ve panoraması değişime uğramış ve farklılaşmıştır. Birinci Yeni ataktır, kavgacıdır. Yıkmıştır ve yıktığının yerine kendi değerlerini ve kendi kimliğini ortaya koymuştur. Ama, süreç Birinci Yeniyi hiç de garip olmayan bir biçim de gelenek durumuna, alışılmış konumuna ve ortam ortalaması düzeyine getirmiştir. Tüm yeni ve alışılmamışların vardığı, varacağı kaçınılmaz bir uğraktır bu. Sonrası, sonrası mı?
Sonra, Birinci Yeni şiirini yine Garip’in üç atlısı sonlandırmıştır. Orhan Veli’nin Boğaziçinde Bir Garip Orhan Veli şiiri ve erken ölümü, Oktay Rifat’ın Perçemli Sokak’ı ve Melih Cevdet Anday’ın Tohum şiiri.
Buraya kadar başlıca bilinenleri çok genel bir çerçevede sunmaya çalıştık.
*
Şimdi,Melih Cevdet Anday’ın şiir serüvenine ışık tutan kitapların dökümünü yapalım:
1.Garip (1941) [Orhan Veli,Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday birlikte]
2.Rahatı Kaçan Ağaç (1946)
3.Telgrafhane (1952)
4.Yanyana (1956)
5.Kolları Bağlı Odysseus (1962)
6.Göçebe Denizin Üstünde (1970)
7.Teknenin Ölümü (1975)
8.Sözcükler (1978) [Başlarken, Yaşarken, Masal gibi hiçbir kitabına girmemiş şiirleri içeren bölümlerle ilk toplu şiirler]
9.Ölümsüzlük Ardında Gılgamış (1981)
10.Tanıdık Dünya (1984)
11.Güneşte (1989)
12.Yağmurun Altında (1995)
Bu sıralamayı yapmak zorunluluk. Çünkü, Melih Cevdet Anday’ın şiir serüveninde tüm kitapları ayrı ayrı önem taşımakla birlikte, Sözcükler bence ayrı bir değerde. Şiir serüvenindeki boşlukları, onu sürekli izleyenleri “bir tür boşluk duygusundan” kurtarma amacını da içerir bu kitap. Başlarken adlı bölüm, Garip şiirinin birikme öncesi durumunu açıklığa kavuşturur. Yaşarken adlı bölüm, Anday’ın “anakronik zaman” algılayışını geliştirdiği uğrakları dile getirir. Masal adlı bölüm, Anday şiirinde mitolojik dönem öncesi birikimi duyurur.
İlk kez Sözcükler’de, daha sonra Rahatı Kaçan Ağaç adıyla Rahatı Kaçan, Telgrafhane ve Yanyana’nın ortak basımında yer alan Başlarken adlı bölümde 4 şiir vardır: Ukde, Beklemek, Son Liman, Döneceğim.
Ukde, Melih Cevdet Anday’ın yayımlanan ilk şiiridir. Varlık dergisinin 15 Kasım 1936 (sayı:86) tarihli nüshasında çıkmıştır. Ukde ve Son Liman 9 heceli, Beklemek 11 heceli, Döneceğim 14 heceli ölçüyle yazılmışlardır.
Melih Cevdet Anday’ın başlangıçta yayımladığı ilk şiirlerinde hece ölçüsünü ve uyağı kullandığını görüyoruz. Bir noktaya işaret etmek gerekiyor: Yedi Meşaleciler hece duraklarını ortadan kaldırmaya çalışmışlardı. Ukde ve Son Liman şiirlerinde buna benzer bir çaba saklı durur gibidir. Başlarken’de yer alan bütün şiirlerde, hececilerin biçim ve izlek özellikleri görülmekte, biraz mistik sayılabilecek tarzda nesneler dizilmekte ve şiir-özne şaşkın bir çocuk gibi çevresine bakınmaktadır sanki. “Şaşkın bir çocuk gibi” çevresine bakınmak durumu, Anday’a özgü bir tutumdur. Uyaklıdır bu şiirler. Ama uyak göze görünür, kulağa pek işlemez, gizlenir gibidir. Özü değil de, biçimi sarsma çabasıdır bu. Hatta, değişimi önce biçimde deneme, demek daha doğru. Ukde ve Döneceğim şiirlerinden kısa birer bölüm sunmak istiyorum:
Üzümler kızarır kütükte;
Elbette diner bu sağanak,
Kaybolur içimdeki ukde.
ya da
Dağıtır saçlarını ve yalvarıp
uzaktan
Mavi bir iklim gibi çağırır
beni sesin,
*
GARİP 1941 yılında Resimli Ay Matbaasında yayınlanır. Kitabın kapağında üstte Orhan Veli, ortada GARİP, altta 1941 yazılıdır. Kitabın içinde GARİP sözcüğünün altında Şiir Hakkında Düşünceler ile Melih Cevdet, Oktay Rifat, Orhan Veli’den Seçilmiş Şiirler yer almaktadır. Kitap yayınlandığında Melih Cevdet 26, Orhan Veli ile Oktay Rifat 27 yaşındadır. Kitabı saran kuşakta şunlar yazılıdır: “Bu kitap sizi alışılmış şeylerden şüpheye davet edecektir.” Eder de.
Melih Cevdet Anday’ın Garip ile ilgili kimi düşünceleri yinelemeli burada.
Önce, Garip kitabı hakkında,
kitabın çıkış serüveni için şunları söylemişti: “Ben Kasımpaşa'da Askeri Hastane’de yatıyordum. Oktay’la Orhan
geldiler. Aralarında bir anlaşmazlık çıkmış. Benim oyumu istediler. Orhan
kapakta üçümüzün adının olmasını istiyordu. Oktay ona razı olmadı. Kitabı
Orhan’ın çıkarmış olmasını istiyordu. ‘Onun yaptığı bir antoloji olsun’
diyordu. ‘Sen ne dersin’ dediler. ‘Bir kişi razı olmazsa uygun olmaz’ dedim.
Orhan Veli’nin adıyla çıktı.”
Garip akımı için ise şunları söylemiştir: “Garip, bir temizlik
hareketidir. Şiirde yapmacıklardan kurtulma olanağı bütün şairleri kendine
bağladı. Türk şiirini maskaralıktan, şairanelikten, laf ebeliğinden temizledik.
Böylece yeni kuşaklara temiz ayıklanmış, süssüz püssüz bir dil ortamı bırakmış
olduk. (...) Garip hareketinin, bizim şiirimizde öncesi yoktur. Demek, biz bu
şiiri ustasız geliştirdik. (...) Garip şiiri kısaca bir konuşma şiiridir, yani
bir odada alçak sesle söylenir. Genellikle, serbest vezin şiir biraz nutka da
benzer. Meydanlara, kalabalıklara seslenir. Biz bunun tam karşıtı bir şiir
yazdık. Bu açıdan bakılırsa, bizim şiirimizin kişileri de yavaş sesle konuşan
halktan insanlardır.”
RAHATI KAÇAN AĞAÇ 1946
yılında yayınlanır. “Şaşkın bir çocuk gibi”deki şaşkınlık yerini haşarılığa,
çocukluk yeniyetmeliğe bırakmıştır. Uyak ve ölçü artık terk edilmiştir.
Ölçü derken, geleneğe ve ortam ortalamasına ilişkin ölçülerden söz ediyorum. Yeni
bir tartım arayışı bulgulanmıştır. İzleğin, konunun, ayrıntıların dayattığı
ses ve uyumu yakalamak için her şiirde ayrı, diri, yeni, başka, denenmemiş bir
ölçü bulma yönünde bir atılım. Anday “küçük insanı”, sıradan insanı
anlatmaktadır. Küçük insanın içinde bulunduğu durumları, konumları, verili
olanla şiir öznenin varoluşu arasındaki uyumluluğu ve uyumsuzluğu bulgulama
yönünde bir tavır geliştirir. Rahatı Kaçan Ağaç’taki şiirlerin ağırlıklı izleği
mutluluk ve ölüm duygu-durumudur. Beliren duygular düşünceyle
alışverişe girer, duygu ve düşünce durumlarındaki pekiştirme şiir
akışındaki duraksamalarla sağlanır. Uzun dizelerin arasından çıkıveren kısa bir
dize birden aydınlığa kavuşturur şiiri. Bu kitaptaki şiirlerin hemen hepsi için
ortak bir nokta, toplumsalla olan ilişkisini ve ilintisini alabildiğine
korumasıdır. İçten içe ayrıntılarla örülen alaylama ve kalaylama, her zaman
bir tedirginliği barındırır. Şair, bu tedirginliğini nedense ısrarla korur.
Bir şiir yazmak isterdim
“Eski zamanlardaki gibi güzel”
Adlı,
Eğer, mutlu olsaydım.
* * *
Bir misafirliğe gitsem
Bana temiz bir yatak yapsalar
Her şeyi, adımı bile unutup
Uyusam...
Bu iki örnekte de, duygu-durumunun tedirginliği açıktır.Şiirler ise
alabildiğine çıplaktır, nüdür. Hele, Rahatı Kaçan Ağaç’ın çıplaklığı.
Şair bile bu durumdan rahatsız olur ve giydirmek ister. Ama nasıl?
Ona bir kitap vereceğim
Rahatını kaçırmak için
Ağacı o vakit seyredin
Yine de, her şeye karşın coşku gemlenmiştir. Dikkat edilmesi
gereken nokta bu: bir tür aleladelikteki fevkaladelik. Garip, en çok bu
değil midir?
Rahatı Kaçan Ağaç’ta benim için en güzel şiir, kitaba adını verenden
sonra Yörük Mezarlığı adını taşıyandır. 1 ikilik, 4 dörtlükten oluşan 18
dizelik bu şiir, okuru ekinsel bir tada götürür. Söz konusu edilen salt bizim
toplumsal bilincimizdeki “yörük” de değildir, şair bilincinde görüngü konumuyla
“göçer yazgısı”dır. Bu şiir, Garip şiirinin gerçeküstücülüğe hem yaklaştığı hem
de uzaklaştığı noktayı ele verir nitelik taşır.
Alaylama-kalaylama
kıvamını elde ettikçe duygu-durumunu korumakla birlikte, duygunun kesinliği ve
keskinliği insanlık değerlerini öne çıkaran bir öze kavuşur:
Ben güzel günlerin şairiyim
Saadetten alıyorum ilhamımı
Kızlara çeyizlerinden bahsediyorum
Mahpuslara affı umumiden...
Çocuklara müjdeler veriyorum
Babası cephede kalan çocuklara...
Güç oluyor yalan söylemek...
TELGRAFHANE 1952
yılında yayınlanır. Alaylama ve kalaylama en keskin niteliğini bu toplamda
kazanır. Eleştirel olma, ama şiir içinden saf olarak eleştirel olma
konumunu elde eder şiir. Telgrafhane, lirizm ile alayla başlar. Şinanay’la
sürer. Şiirine katışacak ve müthiş bir dönüşüme yol açacak Tohum bu
toplamda yer alır. Tohum, Melih Cevdet Anday şiirinde ikili bir özelliğe
sahiptir. Birincisi, toplumcu yönelim. İkincisi, Garip’in eski
ile – gelenek ve ortam ortalaması ile – arasındaki köprüleri yakarak giriştiği
atılımda, eskide var olan ve yaktıkları yapının kimi parçalarında yer alan,
Garip’e karşın dirimselliğini koruyan sağlam ve sağlıklı parçalardan da
yararlanabilme. Tohum ve sonrası ile, Melih Cevdet Anday şiiri, toplum ve insanlık
değerlerini savunan, kimi zaman naif kavgacı şiire bile olanak veren bir
konuma kavuşur. Yine, ilginç bir nokta, çağrışımlar arasındaki uzaklık gittikçe
açılmaya başlar.
Burada,
Lirism adlı şiiri nedeniyle bir ayraç açmak zorunluluk. Anday, Lirism şiiri ile
lirizme açıkça tavır almıştır. Bu doğru. Hatta, lirizmi aşağılamıştır da.
Özünde bu tavır, lirizme karşı değildir. Tam karşıtı, lirik olduğu ileri
sürülen “yozlaşmış” bir anlayışa karşıdır. Daha sonraki şiir serüveninde,
Anday’ın lirizmi toplumsal güçlüklerin, dengesizliklerin içe akışı, özne-birey
olma düzeyi olduğunu algıladığını ve kimi şiirlerine de ad olarak “Lirik
Şiirler” koyduğunu, lirik ögeyi kullanmaktan uzak durmadığını ve bir olanak
olarak yararlandığını da belirtmek gerekiyor.
Düzenli Dünya, Ahlak, Tarih Okurken, 4x400 Engelli, Zavallı Etem ve
Çürük. Tohum’dan sonra Garip
şiiri ile toplumcu yönelim arasında ara kesitleri birlikte yakaladığı ve artık
sürdürmekten başka umarı olmadığı bir aşamadır. Dursun Bebeğe Ninni’yi
Telgrafhane’de söylememiş midir? İnsanın ve yaşadığı toplumun değiştirilmesi
gerektiği, kokuşmuşluğu ve çürümeyi algılayan bir insan-tekinin dünyanın
değiştirilmesi zorunluluğuna varış ışır bu kitapta.
Önemli bir ayrıntıyı hemen belirtmeli yine. Orhan Veli, Melih Cevdet
Anday’ın Tohum şiirini okuyunca tepkisi: “Uzatmışsın” olur.
Tohum, Melih Cevdet’in Türk okuru tarafından her zaman beğeni ile anımsanan ve
anımsanacak şiirlerinden biridir. Son iki beşliği okuyarak Tohum’u
selamlayalım:
Anladım farkı neden sonra
Tohumdan başka şeymiş bitki
Bu küçük deli fişekteki
Ne ki? Ağaç mı allı pullu
Yoksa ayrık mı, başak mı ki?
Kim bilecek... Kapalı kutu
Gelir kararır nerdeyse
Tohum altta nefes nefese
Kulağı gök gürültüsünde.
Değil mi ki, kendisi bile “Kendimizi tekrar etme tehlikesi ile karşı
karşıya idik” diyor. O zaman, gözleri ileri dikmekten başka umar yok. Melih
Cevdet Anday, bu noktadan sonra, toplum ve insanlık değerleri adına direnen
insanı “gelecek insanın atası” olarak görecektir, görmelidir, görmüştür.
YANYANA 1956 yılını
bekler yayınlanmak için. İçeriği Türk Ceza Kanunu’nun 142. maddesine aykırılık
savıyla kovuşturmaya uğrar, aklanır. Rahatı Kaçan Ağaç’ın başına da buna benzer
bir durum gelmiştir. Rahatı Kaçan Ağaç, yanlış anımsamıyorsam, içeriği için
değil de, şairin de kendisinin bir türlü görme şansı elde edemediği kitabın
kapağındaki desende var olduğu varsayılan orak-çekiç deseni yüzünden
kovuşturulmuştur.
Yanyana denildiğinde, iki şiir ışır bende: biri Gelecek, diğeri Anı.
Bu toplamda da alaylama ve kalaylama kalıtsal olma niteliğini sürdürür. Garip
şiiri ile elde edilen bulgulanan konuşma dilinin serbest söyleyişi ile halk
şiirinin kimi anlatım özelliklerinden yararlanarak toplumcu şiir tavrı ve
toplumculukla bütünleşme yaşanmaktadır. Bu durum, her zaman, başından beri
toplumun içinden olan, toplumun içinden fışkıran bir şiirin yine toplumla soluk
alıp vermesinden doğan doğal bir sonuç olarak görülmelidir. Telgrafhane’deki
Açlar, Kapı’yı Yanyana’da bulacaklardır. Bilmeceler’i peşin peşin yanıtını
içerir ve verir. Anı şiirinde ise ilk ve son dörtlüklerde, küçük gibi görünen
sözcük müdahaleleri ile nasıl zengin bir duyarlık kuşatması altında
kalınacağını gösterir şair:
Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil bu anılacak şey değil
Apansız geliyor aklıma
Yanık yanık koksa karanfil
Değil, unutulur şey değil
Çaresiz geliyor aklıma.
Yanyana toplamının sonunda görülen, ilk kez Sözcükler’de, sonra Rahatı
Kaçan Ağaç adıyla yayımlanan ortak kitapta (Rahatı Kaçan Ağaç, Telgrafhane,
Yanyana) yer alan Masal adlı bölümde iki şiir vardır yalnızca: Nergis ile
Yankı, Defne ile Avcı Melih Cevdet Anday’ın şiir serüveninin yeni bir evresini
önceleyen, haber veren iki şiirdir. Mitoloji, “narrative” öykü durumu
ile vardır bu iki şiirde. Yedi yıl sonra uç verecek Kolları Bağlı Odysseus’un
primitif olmayan prototipi sayılabilirler rahatlıkla.
KOLLARI BAĞLI ODYSSEUS 1963
yılında yayınlanır. Kitap bütünlüğünde, yedi yıllık suskunluğun sona ermesidir
Kolları Bağlı Odysseus. Kolları Bağlı Odysseus dört bölümden oluşur. Birinci
bölüm 7 dizelik 10 şiir, ikinci bölüm 9 dizelik 10 şiir, üçüncü bölüm 11
dizelik 10 şiir, dördüncü bölüm 4’ü 13, 1’i 15 dizelik 5 şiirden oluşur.
Kolları Bağlı Odysseus ile ilgili olarak kitabın sonunda bulunan Kitaba Ek
bölümünde, bu şiire ilişkin yeteri kadar ip ucu vardır. Nedense, Rimbaud’nun
adını anmayı unutmuştur.
Yine, belirtmek zorunda olduğumuz birkaç nokta söz konusu. Masal’daki
Nergis ile Yankı, Defne ile Avcı şiirlerinde mitoloji “haliyle” ve “narrative”
olarak yer alıyordu. Kolları Bağlı Odysseus’ta ise mitoloji ve diğer şiire
ilişkin ve şiirdeki öyküler, konular ya da sorunlar, şiir için birer “nesne”
konumundadır. Kolları Bağlı Odysseus’un kendisi, kendini mitoloji kılan bir
niteliğe sahiptir. Şiirini mitolojinin kendisi kılma girişimidir bu. Bu tavrı
sonra, yine yetkinlikle sürdürecektir.
Melih Cevdet’in algılama düzeneği ve sunma tarzındaki dönüşümü kendi
dilinden anmalı burada: “Artık geçmişten kopmanın bir gelenek olmadığını ve
olamayacağını özümseyelim. Sanatı zaman dilimlerine göre bölme ve bir bütünü
parçalamaktan başka bir şey değildir. Ben Homeros’u okurken hiç de üç bin yıl
öncesine gitmiyorum, sadece zenginliğini kullanıyorum. Geçmişin büyük sanatı
günümüzün sanatıdır. Ondan hep öğreneceğiz.”
Kolları Bağlı Odysseus’un girişindeki iki dize de bu yaklaşıma açıklık
kazandırır: “Sözlerim varsa/ Var demeksin”.
Daha önce ya da şu an ya da gelecekte herhangi bir şeyin var olma
önkoşulu şairin sözlerinde yer almaya bağlı ve bağımlı kılınmaktadır.
Mitolojinin bizatihi kendisi bile bu uzam ve ortamda söz edilmeye değer
görülürse, yeniden var olabilir ancak. Bu da, yeni bir mitolojidir. Şiirin
kendisinin mitoloji olma halidir.
Melih Cevdet Anday’ın Kolları Bağlı Odysseus’ta kapalı ve daha güç
anlaşılır bir anlatıma yönelmesi nedeniyle Türk şiirindeki İkinci Yeni ile
ilişki kurduğu, ilişkili olduğu düşünülebilir, öyle görünebilir. Kanımca değil. Bu şiirin, genel olarak şiirinin bu
dönemdeki değişiminde İkinci Yeni’nin olanakları kullanılmamıştır. Belki,
başlangıçta, okur için,yayınlandığı dönemde, Melih Cevdet’ten beklenenin aksine
“kapalı” sayılabilecek yapılanışı, böyle bir izlenim, ancak aldatıcı bir
izlenim doğmasına yol açmış olabilir. Hem de biraz zorlanarak. Kolları Bağlı
Odysseus’taki sorular, sorunlar, durumlar, konumlar, öyküler şiirin içinde mitolojik
bilinç ile yanıtlanmıştır. Bu, “Şiir ne ise odur” demek yürekliliğinin dile
getirilişidir.
Kolları Bağlı Odysseus’ta beni hemen her okuyuşumda, tanımlamanın eksik
bıraktığı boşluk duygu-durumu ve kutsanmaktan, kutsamaktan sakınışı ile
etkileyen 2.bölümdeki 1. ve 2. şiirleri sunmak istiyorum:
1.
Büyüdük çocukluğumuzdan
Büyüdük tarihe usulca
Biz bir yana, doğa bir yana
Doğanın yanında bir başka doğa
Karşıdan bize gözlerimiz mi bakan?
Ve güneş altındaki ölümlü tanrılara
Hâlâ şaşkınlık içindeki yonutlara
Susar doğadan ayrı düşmüş insan
insanın boşluğunda doğa
2.
Kimdi kim bu ayrılığı istiyen?
Belki kör bir çocuk küstü ağladı
İlk karın çılgın geyiğinden;
Belki de bir sakar büyücü karı
Aşımıza tanyeri ağarırken
Ağulu, esrik bir göktaşı
Düşürdü bileziğinden
Çıldırmış evrenler artığı
Sözcüklerin imge örgüsünde görünür anlamları ile birlikte, görünmez
anlamları nasıl da kıpır kıpır. Mitolojik bilinçle yanıtlanan şiir
öznenin konumladığı odakta kuşku ve uslamlama şiiri, bir senfoniye
dönüştürecektir.
GÖÇEBE DENİZİN ÜSTÜNDE 1970
yılında yayınlanır. Göçebe Denizin Üstünde şiirler toplamında 46 şiir yer alır.
Göçebe Denizin Üstünde’ki bu şiirler farklı tarihsel dalga boylarından
yararlanarak, bir bilgenin yaşadığı coğrafyadaki bitimsiz serüvenini biriktire
biriktire oluşturduğu dağarcıktan kopagelir.
Kitaba adını verene Göçebe Denizin Üstünde şiirinde, sevişme yahut
nekahat sonrası mahmurlukla gözkapakları yarı aralık bir ten-bilincinin,
bilinir ile bilinmez, algılananın ne tür bir gerçek olduğundan – hakiki mi?
imaj mı? sanal mı? – kuşkusunu gidermeye çabalayan, çalışan, biraz şaşkın bir
orta yaş sevgisi ve orta yaş sevisi serüveni vardır. Pek ilgilenilmemiştir bu
şiiriyle Anday’ın. Sevişme yaşanmıştır, bir enerji yoğuşumu ve boşaltımı, bir
doruk sonrası algı aralığı bulgulanmış ve kesit kesit insan-teki, doğa, tarih için,
usul usul sorgulanmaktadır.
Kitabın bütününde cinsel ilişki, tensel sevgi, sevi, Anadolu
coğrafyasındaki eski Yunan atmosferi – bunu genişleterek bütün uygarlıklar
demek daha doğru olacaktır aslında – ile tüm bunlarla yaşanan zaman, hatta
güncel arasında koşutluklar kurmaya elverişli sürekli bir metaforlar ve
metafantazyalar sunulur.
Kolları Bağlı Odysseus ile başlayan mitolojik dönem Göçebe Denizin
Üstünde ile yetkinliğini koruyarak ama daha da erginleşerek sürer. Tarih,
efsane kıvamı kazanır. Özgürlük, yabancılaşma, insanlıkla yaşıt
paradokslar,yazgı, yargı, uygarlık ve zaman şiirde, şiirin dünyasında yeniden
yaratılmaya çalışılır, başarılır. Karşımızda dünyayı, evreni kendi şiiriyle
yeniden yaratmaya-kurmaya kalkışan bir şair vardır. Toplumsal tarihimiz için,
burada göze batmayan bir örneği sunacağım:
Atatürk’ün bir sözü vardı
Yediveren gül gibi açardı
Atatürk’ün bir atı vardı
Etilerden beri yaşardı
Atatürk’ün bir resmi vardı
Atatürk’ün bir saatı vardı
Durmadı
Göçebe Denizin Üstünde’ki şiirlerde kimi karşıtlıklar, tezatlar
fantazyasını enginleştiren ama kıl payı bir denge hali içindeki durumlarıyla
yeni bir dünyada yer alırlar. Efsane kıvamını şiirine kazandıran konum
böylelikle elde edilmiştir. Doğadan alınan bir örneği görelim:
Giden gelen yok. Bir
titreşimdir bu.
Duragan fulyanın üstünde arı
Bir diyapozon gibi titremekte.
Kırlangıç
Tarihsizdir. Belleğim sarsılıp
duruyor denizde.
Martı bir uçta kanat, bir uçta
ses.
Ya sabah, ya öğle. Gemici ve
bulut.
Güneş ve yağmur kıl payı bir
dengede.
Dolu bir boşluğu doldurup boşaltmak işimiz
Ölülerle, gecelerle, sümbüllerle.
Dikkat edilirse eylemler, eyleyenler sürekli bir karşıtlıklar silsilesi içindedir. Bir nokta daha var, değinmeden geçemeyeceğim: dizelerin öyküsü ile şiirin öyküsü başka başka. Çoklu, çoğul okumaya yönelik bir yapılanış örgüsü. Kimi zaman da haiku tarzı denebilecek şiirler var: Kımıltısız Arılar, Güvercin, vb.
TEKNENİN ÖLÜMÜ 1975 yılında okurla buluşur. Girişte Hüzünlü Bir Akşam Borusunun Ezgisi İçin Söz ile başlayan Teknenin Ölümü, 13 şiir içeren Güneş Saati, 19 şiir içeren Zaman Su Gibi, 16 şiir içeren Lirik Şiirler, 6 alt bölüm içeren Troya Önünde Atlar ve daha sonra ilk kez Sözcükler’de yer alan, sonradan bu toplama eklenen 9 şiiri içeren Yaşarken başlıklı bölümlerden oluşur.
Kalafatı kuşku ve kesintisiz arayıştan oluşan bir teknenin su kesimine yapışmış bir kabuklunun sığ sulardan kayalıklara, fiyortlardan derin okyanuslara yöneldiği görülür. Evrenin, insan-tekinin varoluşu için yeterli olmadığını duyurmaya çalışan bir şiir özneni konuştuğunu, durmadan konuştuğunu işitiriz. Bu iç ses, insan-tekini çevreleyen, kuşatan, sarmalayan doğa ve toplum içinde olası tüm olgular ve olayları farklı bir olabilirlik yaşantısına yerleştirerek bir doyumsuzluğu duyumsatır. Varoluşun sürekliliği bir tutkuya dönüştürülmelidir: “Ölüm insanla geldi dünyaya/ İnsanla gitti dünyadan.”
Troya Önünde Atlar, mitolojideki “aksak” bir “paradoksun” yazgı ve zaman boyutlarını otofajik bir tutumla sorgular. Bu şiiri için Troya Önünde Atlar İçin Birkaç Söz yazısı ile yeteri kadar açıklama yapmıştır. Anday’ın şiirinde mitolojik dönem sürmektedir.
SÖZCÜKLER 1978 yılında yayınlanır. Konuşmamın bir yerinde, bu toplamın diğer kitaplarından ayrı bir öneme sahip olduğunu ve bunun nedenlerini söylemiştim. Sözcükler, Melih Cevdet Anday şiirinde bir ara toplamdır. Yinelemek gerekirse, Anday’ın şiir serüvenini sürekli izleyenleri boşluk duygusundan kurtarma ve kimi kendince eksik bıraktığı alanları doldurmayı amaçlamış gibidir.
ÖLÜMSÜZLÜK ARDINDA GILGAMIŞ 1981
yılında yayınlanır. Bu toplamda 13 şiir içeren Yaz Sonu Şiirleri, Öğle
Uykusundan Uyanırken adlı 1 düzyazı şiir, 10 şiir içeren Çiftlikteki
Gece ile kitaba adını veren –Güneşe
Yakarı, Uygar ile Yabanıl, Orman ile Düzen, Ölüm ile Ölümsüzlük ara başlıklı 4
bölümlü– Ölümsüzlük Ardında Gılgamış
yer alır.
Yaz Sonu Şiirleri’nde, insan-tekinin olağan yaşdönümlerinden birini
yaşayan ve artık nesnelerle oyalanmaktan başka etkinliği olmayan bir
şiir öznenin sürekli bir şimdiki zaman duyumu ile sürüklenişi sunulur. Öğle
Uykusundan Uyanırken bir taç yapıttır. Çiftlikteki Gece bölümündeki şiirlerinde
ise metafantazmagoryası ile “nostalji” takılır.
Gılgamış Destanı on iki bölümdür. İlk altı bölümde müthiş bir kahramanlık izleği egemendir. Tanrılar kral Gılgamış’ın despot hükümranlığına son vermek için çölde güçlü ve yabanıl bir Enkidu yaratırlar. Bir sevi bu yaratığı Uruk kentine götürür. Olasılıkla, göçebelikten yerleşik yaşantıya geçişin gölgeli anlatımıdır bu. Ancak, iki erkek kahraman dost olurlar. Bazı kahramanlıklar gösterirler. Sedir ormanlarının bekçisi dev Humbaba’nın hakkından gelirler. Kutsal boğayı öldürürler. Son altı bölümde ise, iki kahramanın aşırılıklarına kızan tanrıların cezalandırma istekleri, Enkidu’nun kötü düşler görmesi ve hastalanarak ölmesi ile insanoğlunun sonluluğunu gören, ölümsüzlüğün gizini çözmek için yorucu bir yolculuktan sonra Utnapiştim’e ulaşan Gılgamış’ın başına gelenler anlatılır. Utnapiştim Gılgamış’a pekçok öğütte bulunur, Gılgamış birçok kez başarısızlığa uğrar. Yine, Gılgamış düşünde Enkidu’yu görür, ölümlülüğe razı olur. “Yılanlı” öyküyü bilerek atladım. Gılgamış Destanı “tufan” yani yeniden doğma ve yaratılıştaki ilk arı-saf duruma dönme umuduyla gerçekleşmesi arzulanan felaketleri simgeler; cehenneme iniş destanlara izlek olarak sürekli yerleşecek bir uğraktır; düşler ise uykuların bile öngörüye açılan kapılarıdır. Öngörü ve önsezi Gılgamış’ın iç izleklerinden sayılmalıdır.
Ölümsüzlük Ardında Gılgamış epey tartışıldı. Anday’ın kendisi de söyledi. Ölümsüzlük Ardında Gılgamış’ta Anday, insanoğlunun yazgısının gereklilik taşıyıp taşımadığını “Gılgamış Destanı”nı “bahane” ederek dile getirmeye çalışmıştır. Bu bahane, başka bir destanda olabilirdi elbette. Yani, mitoloji, Anday’ın şiirinin “bahanesi”dir, başkaca bir şey değil. Günceli mitolojide görmeyi başarmak her yiğidin harcı değildir.
TANIDIK DÜNYA 1984 yılında okurla buluşur. Tanıdık Dünya 9 şiir içeren Değiştirmeler, 12 bölümlük Karacaoğlan’ın Bir Şiiri Üzerine Çeşitlemeler ile 6 şiir içeren Su Akar Çağlamadan başlıklı 3 bölümden oluşur. Kendi ışığını bulmuş ve ışığı ile insanlığı aydınlatmaya yönelmiş bilge bir şiir-özne vardır okurun karşısında.
Karacaoğlan’ın Bir Şiiri Üzerine Çeşitlemeler ile nefis bir Anadolu ezgili gezinti yapılır. Su Akar Çağlamadan yine zaman’a karşı tutumun, karşı duruşunun pekiştirilmesidir. Şöyle de denebilir: uzun bir tarih ve efsane yolculuğunda zaman diye herkesin önkabullendiği ölçeği, insanoğlunun kendisinin hem yarattığı hem de tutsak olduğu bir ölçeği sarsa sarsa bugünlerin kıyısına getirir bırakır ve aykırı bir bütünsellik elde edilir.
GÜNEŞTE ile okur 1989 yılında karşılaşır. Güneşte kitabının bir doruk yapıt olduğu söylenegelmiştir. Kendisine bu durum sorulduğunda: “Güneşte adlı şiir kitabım dolayısiyle doruk noktası sözünü kullanmışlardı. Bu görüşe katılıp katılmadığımı söylemek güç, nerdeyse olanaksız. Şiirde doruk nedir? Bir daha varamayacağım yer mi? Yoksa şiirin yaşamı doruktan doruğa mı geçmektir? En iyisi Sisyphe gibi her gün yeniden tırmanmaktır.Şairde her şiirde doğar ve ölür.”
Bir bilge konuşuyor artık değil mi? Emin oldunuz artık.
YAĞMURUN ALTINDA 1995 yılında karşımıza çıkar. Uzun zamandır bu şiir üzerinde çalışmaktadır. Her şair gibi kendi iklimini yaşayan insanın peşindedir. Yağmurun Altında, şair Melih Cevdet Anday’ın şair olmayan Melih Cevdet Anday’ı anlatmasıdır. Şu dize ile ele veriyor bunu: “Diz çöken denizi gördüm kıyıda.”
Yine bir ayraç açmak zorunluluk: Yağmur, namusluları namussuzlardan daha çok ıslatır. Namussuzlar namusluların şemsiyelerini –öyle ya da böyle– götürmüşlerdir çünkü: ama bazan namusluların da bir saçakaltı bulup kıs kıs güldükleri oluyor tüm bu olup bitenlere.
Melih Cevdet Anday’da ilk bakışta biçime önem verdiği hemen anlaşılıyor. Biçim güzelliği göze çarpıyor. Okudukça şiirlerindeki anlamın çekim gücü devreye yoğuşarak giriyor. Estetik dilin dışavurumunda her zaman “sorgulayıcı” bir “insanlık durumu” sezinleniyor. Değişim, arayış, karşı çıkma, kimliği ile bir şeye ait olma, tarihe, coğrafyaya ilgi duyma, zaman’ı anakronik kullanma, kuşku duyma, sezinleme hep birarada. Her zaman birarada. Zaman’ı Melih Cevdet, insan tekinin ve toplumun yaşadığı andan, anımsandığı geçmiş olmaktan çıkarıyor, zaman’ı zaman olmaktan kurtarıyor. Hep bugünün şimdinin kıyıcığına bitiştiriyor. Başlangıçta küçük insanı giderek tüm insanlığı kucaklıyor.Doğa, gezi, savaş karşıtı tutum, toplumsal eleştirir, sözün kısası “evrensel olma durumu”nu hak etmenin en kalımlı örneği.
Melih Cevdet Anday’ın şiir serüveninin evrelerini ben şöyle sıralıyorum:
1. Garip Şiirini Biriktirdiği Dönem (Başlarken)
2. Garip Dönemi (Garip, Rahatı Kaçan Ağaç)
3. Toplumsalcı Yönelim (Tohum’la başlayan geçişli Telgrafhane, Yanyana)
4. Mitolojik Dönem (Ön hazırlığı Masal, Kolları Bağlı Odysseus, Göçebe Denizin Üstünde, Teknenin Ölümü)
5.Bilgelik-Kozmotik Dönem (Tanıdık Dünya, Güneşte, Yağmurun Altında)
Yağmurun altında saçakaltı bulmuş namuslu bir şairi, bir dünya şairini seksen yaşın olgunluğu ve erdemiyle selamlamak beni mutlu kılıyor.
* * *
Melih Cevdet Anday,
Rahatı Kaçan Ağaç, Adam Yayınları, Kasım 1993
Melih Cevdet Anday,
Sözcükler, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1978
Melih Cevdet Anday,
Teknenin Ölümü, Adam Yayınları, Mart 1995
Melih Cevdet Anday,
Ölümsüzlük Ardında Gılgamış, Adam Yayınları, Temmuz 1991
Melih Cevdet Anday,
Tanıdık Dünya, Adam Yayınları, Haziran 1994
Melih Cevdet Anday,
Güneşte, Adam Yayınları, Haziran 1990
Melih Cevdet Anday,
Yağmurun Altında, Adam Yayınları, Mart 1995
Vecihi Timuroğlu,
Melih Cevdet Bilge ve Duyarlı, Prospero Yayınları, 1994
Mehmet H.Doğan,
Şiirin Yalnızlığı, Broy Yayınları, Nisan 1986
Memet Fuat, Eleştiri
Sorumluluğu, Yapı Kredi Yayınları, Ekim 1994
Muzaffer Erdost,
Bilim ile Yazın Arasında, Onur Yayınları, Ağustos 1994
Ertuğrul Özkök,
sanat İletişim ve İktidar, Tan Yayınları, 1982
Erdoğan Alkan, Ateş
Hırsızı Arthur Rimbaud Yaşamı Sanatı ve Şiirleri, Broy Yayınları, 1993
Behçet Necatigil,
Düzyazılar 2 Bütün Eserleri 6, Cem Yayınevi, 1983
Edebiyatçılarımız
Konuşuyor, Varlık Yayınları, 1976
Aristoteles,
Poetika, Çeviren: İsmail Tunalı, Remzi Kitabevi, 1963
Sombahar İki Aylık
Şiir Dergisi, Mayıs-Haziran 1994, No: 23
Cumhuriyet Kitap
Sayı: 81-226
Hürriyet Gösteri
dergisi, Kasım 1991 Sayı: 132, Konur Ertop
“Melih Cevdet Anday Şiir Dünyasını Anlatıyor”
Kıyı Dergisi, Ocak
1994, T.Asi Balkar, Herkes Bir Başka Göğün Altında: Ergin Günçe Bile
Türk Dili Aylık Dil
ve Yazın Dergisi,Yazın Akımları Özel Sayısı,Sayı: 349, Ocak 1981
Tan Edebiyat Yıllığı
1982
Yeşil Bülten, Keşan
DOÇEK Yayın Organı, Sayı: 1 Nisan-Mayıs 1995
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
* Bu yazı, Edebiyatçılar Derneği tarafından
20-21 Mayıs 1995 tarihlerinde Ankara’da Büyük Tiyatro’da gerçekleştirilen
‘Melih Cevdet Anday Günleri’ sempozyumundaki konuşma metninin yeniden gözden
geçirilmiş halidir. Konuşma metni, daha sonra, yazıdaki başlıkla ‘Kıyı dergisi’
ile ‘Melih Cevdet Anday Günleri 20-21 Mayıs 1995’ adlı kitapta Edebiyatçılar
Derneği tarafından yayımlanmıştır.
(Melih Cevdet Anday
Günleri 20-21 Mayıs 1995, Edebiyatçılar Derneği Yayınları 5, Hazırlayan: Şükrü
Erbaş, Haziran 1995, s.91-106).