ŞİİR ÜZERİNE
Bizde olsun, Batı' da
olsun, şiir üstüne ama ozanlarca
yazıları okurken kendi kendime,
"Ozanlar şiir üstüne niçin yazarlar?" diye
sorarım. Sözgelişi bir ozan, "Somutlayın!" ya da,
"İşe düşünceden başlamayın!" diye yazmakla,
şiirin kendince bir gizini yakalamıştır da, kendinden sonra
gelen ozanlara yol mu göstermektedir? O ozanın, şiir sanatına
beslediği sevgiden ötürü böyle özverili bir davranışa
yönelmiş olduğunu benimsesek bile, öğütlere uyularak şiir
yazılamayacağı gerçeği, bu özgeç davranıştan umulan
yarara bel bağlamamamızı gerektirir. Gerçekten de, şiir
üzerine verilen öğütler, ancak yaratıcılık sırasında
doğrulanınca değer kazanır ki, bu da o öğüt içindeki
gerçeğin yeni baştan bulunması anlamına gelir. Böylece
bizden önceki ozanların kendi deneylerine dayanarak ortaya
attıkları - deyim yerinde ise - kuramlar, ancak kendi şiirleri
ile bir arada ele alınınca değer kazanır; demek ki sürekli
bir etkileri olamaz.
Öyle ise, şiir üstüne
ozanlarca yazılan yazıları, açıklama, belki de savunu olarak
görmek gerekecektir. Ama bir ozanın, şiiri ile yetinmeyip
şiirini açıklamaya, savunmaya kalkması nedendir? Ortada
yaratılan bir şiir varken, bu şiirin nasıl
yaratıldığını, hangi yöntemlere, kurallara ve kuramlara
uyularak yaratıldığını öğrenmemizde ne gibi bir yarar
umuluyor? Dayanağı kuramları bilmeden de güzel bir şiiri
sevebileceğimize göre, ozanın bu türlü bir çabası gereksiz
olur; demek ki açıklamadan ya da savunmadan umulan yararı
sağlamaz.
Ayrıca kimi ozanların,
kendi şiirleri üstüne olsun, genel olarak şiir üstüne olsun
(ki ikisi bir kapıya çıkar) açıkladıkları görüşler,
bakıyorsunuz, çoğu zaman kendi şiirlerini tutmuyor; kuramlar,
yöntemler bir yanda, şiirler başka bir yanda. Böylesi,
şiirle şiirin kuramları arasında hiçbir ilinti
bulunmadığı kuşkusunu uyandırmaktadır. Başka bir deyişle,
ozanların çoğu, şiir üstüne birtakım kuramlar, kurallar,
yöntemler öğreniyorlar, ama onlardan birini bile şiir
yazarken uygulamıyorlar, şiirlerini gene de göreneğe,
geleneğe, bakarak yazıyor, ama düşünür görünmek
hevesinden ötürü birtakım şiir bilgilerini sayıp
döküyorlar. Bunu konumuzun dışında sayalım.
Ama birtakım büyük
Batılı ozanların, sadece şiir yazmakla yetinmeyip şiir
üzerine de yazmalarını nasıl anlamalı, nasıl yorumlamalı?
Bunu, yeni bir şiirin yadırganmaması, okurun o yeni anlayışa
alıştırılması için eğitimsel bakımdan gerekli saymak da
doyurucu, kandırıcı bir düşünce değildir. Çünkü bu
görev, ozandan çok eleştirmenlere, edebiyat tarihçilerine,
edebiyat öğretmenlerine düşer.
Şiirin tarihindeki bu
çeşit en önemli yazılara bakarsak, belli bir dönemde ileri
sürülen yeni bir şiir anlayışının, kendi çağı içindeki
felsefi, giderek bilimsel akımların hizasında bir uç
olduğunu görürüz. Başka bir deyişle, bu çeşit önemli
görüşlerde, bir öğüt, bir savunu aramak boşunadır; ozan
burada, artık bir uğraşın adamı olmaktan daha ileri
çıkmış, düşünür katına yükselmiştir. Bilim adamları
için de durum buna benzemiyor mu? Bakıyorsunuz, çekirdek
fiziğinde ortaya yeni bir buluş atan bir fizikçi, buluşunun
önemi oranında bir felsefi görüşe yönelmekten kendini
alamıyor, genel bir doğa yorumuna, oradan insan anlayışına,
ahlaka ve edebiyata dek yöneliyor. Şiirinde kendi çağının
düşünüşüne varan, giderek o düşünüşü zorlayan ozan
da, bunun gibi, artık kendi uğraşının içinde kalmaktan
çıkar, çağdaş düşünce yaşamındaki yerini almaya
yönelir.