Türk şair. Anadolu'da tasavvuf akımının ve Türkçe şiirin öncüsü. İnsanlık
sevgisine dayanan bir görüş geliştirmiştir. Yaşamı konusunda yeterli bilgi
olmadığı gibi onunla ilgili kaynaklarda anlatılanlar da birbirini tutmamakta,
nerede, hangi yılda doğduğu kesinlikle bilinmemektedir. Kimi kaynaklarda
Anadolu'ya Doğu'dan gelen Türk oymaklarından birine bağlı olup, 1238
dolaylarında doğduğu söylenirse de kesin değildir. 1320 dolaylarında
Eskişehir'de öldüğü söylenir. Anadolu'nun pek çok yöresinde 'Yunus Emre'
adını taşıyan ve onunla ilgili görüldüğünden 'makam' adı verilen
yerler vardır. Bir belgeye göre 1240-1320 yıllarında yaşamıştır. Porsuk suyunun
Sakarya'ya karıştığı yerdeki Sarıköy'den yetişmiş ve orada ölmüştür (günümüzde
kabul edilen anıtmezarı buradadır). Öte yandan Karaman'da doğup yaşadığı, gene
orada öldüğü de ileri sürülmektedir. Bu görüştekilerin dayandığı belgelere göre,
Horasan'dan Karaman'a göç etmiş bir şeyh ailesindendir. Babasının adı
İsmail'dir. Hakkındaki menkıbelere göre öğrenim görmemiştir; okuma yazma da
bilmemektedir. Oysa şiirlerinden, medresede yetiştiği, geleneksel İslam
bilimlerinin yanı sıra Arapça ve Farsça öğrendiği, ayrıca İran ve Yunan
mitolojisi ile tasavvuf tarihini incelediği anlaşılmaktadır. Bektaşi
Velayetname' sine göre gençliğinde çiftçilikle uğraşmış, sonradan Taptuk Emre
adlı şeyhin müridi olmuş, Taptuk Emre'nin tekkesinde uzun yıllar hizmet ettikten
sonra dervişlik geleneğine uyarak gurbete çıkmış, insanlığı tarikat yoluna
çağıran şiirleri geniş bir çevreye yayılmıştır. İlahileri, yirminci yüzyıl
başına kadar tekkelerde okunmuştur, onun yolunu izleyen (Sait Emre, Âşık Paşa,
Kaygusuz Abdal, Hacı Bayram, Eşrefoğlu Rumi, Hatayi, Niyazi-i Mısri vb.) hatta
onun mahlasını kullanan (Miskin Yunus, Derviş Yunus, Âşık Yunus, Yunus Dede, vb)
şairler yetişmiştir. F. Köprülü' nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar
(1918) yapıtında onun yaşamı ve şiirlerini konu edinmesinden sonra aydınlar,
edebiyat çevreleri, geniş bir okur topluluğu onunla büyük ölçüde ilgilendi.
Edebiyat tarihçileri, hakkında pek çok inceleme yayımlamışlardır. Yunus Emre'nin
Makamları:
1. Bursa Emirsultan'a giden yol üzerinde Şibli mevkiinde eski sa'di
tekkesinin yanındaki mezar;
2. Afyonkarahisar Sandıklı ilçesi Çayköy'ündeki mezar;
3. Erzurum'a bağlı Müşkivant ya da Tuzcu köyünde Yunus Emre ve Tapdık Emre
adında iki türbe-mezar;
4. Ünye;
5. Eskişehir-Afyonkarahisar demiryolu üzerinde Döğer köyünde Emre Sultan
mezarı;
6. İzmir'in Tire ilçesinde Yunus Emre Camii (Vakf-ı Camii Şerif-i Yunus
Emre der Tire);
7. Sıvas;
8. Konya -şimdi Niğde'ye bağlı- Aksaray'da Tapdık köyünde bir tepe üstünde
Tapdık ve Yunus Emre'ye ait iki türbe-mezar;
9. Kırşehir ;
10. Bolu;
11. Keçiborlu;
12. Uluborlu;
13. Manisa'nın Kula ilçesi Emre Sultan Köyünde türbede Tapdık Emre ile Yunus
Emre'ye ait mezarlar;
14. Konya-Karaman'da Kirişçi Baba (Yunus Emre) Camii;
15. Eskişehir Sakarya Sarıköy'deki türbe mezar.
Yapılan araştırmalara göre şiirlerinin toplandığı 'Divan' ölümünden yetmiş yıl
sonra düzenlenmiştir. Anadolu'da 'Yunus Emre' adını taşıyan ve Yunus Emre'den
çok sonraları yaşamış başka şairlerin yapıtlarıyla karışan şiirlerinin bir
bölümü dil incelemeleri sonunda ayıklanmış, böylece 357 şiirin onun olduğu
konusunda görüş birliğine varılmıştır. Gene Yunus Emre adını taşıyan ve başka
şairlerin elinden çıktığı ileri sürülen 310 şiir daha derlenmiştir. Onun dil,
şiir ve düşünce bakımından özgünlüğü ve etkisi, ilk düzenlenen Divan'daki
şiirleri nedeniyledir. Yunus Emre, hece ölçüsünü kullanmış, özellikle yedi ve
sekiz heceli kalıplarla yazmış, ama hemen bütün öteki kalıpları ve aruz ölçüsünü
de denemiştir. Halk şiirine özgü dörtlüklerle yazdığı şiirlerden başka gazel
biçimiyle, beyitlerle de yazmış, gazel biçimini heceye uygulamıştır. Aruz
kullandığında da uyak konusunda genellikle halk geleneğini izlemiş, yarım
uyaklarla yazmış, sık sık redife de yer vermiştir. Yunus Emre Oğuz lehçesiyle ve
çağının konuşma diliyle yazmış olmakla birlikte kullandığı sözcüklerin tümü
Türkçe değildir. Ayrıca Farsça dil kurallarına uyduğu, bu kurallarla ad ve sıfat
tamlamaları kurduğu ve Türkçe sözcükleri yabancı bağlaçlarla bağladığı görülür.
Bazı sözcüklerin hem Türkçesini, hem Arapçasını ya da Farsçasını birlikte
kullanmıştır. Ama Yunus Emre'nin şiirlerinde Oğuz lehçesi olağanüstü bir anlatım
gücüne, benzeri az görülen bir uyum güzelliğine ulaşmıştır.
Yunus Emre'nin şiirinde, edebiyat tarihi bakımından, dil, düşünce, duygu ve yaratıcılık gibi dört önemli sorun sergilenir. Bu sorunlar bir görüş ve inanış bütünlüğü içinde ele alınır, insan konusunda odaklaştırılır. Şiirde işlenen konular ise insan, Tanrı, varlık birliği, sevgi, yaşama sevinci, barış, evren, ölüm, yetkinlik, olgunluk, alçakgönüllülük, erdem, eliaçıklık gibi genellikle gerçek yaşamı ilgilendiren kavramlardır. Yunus, bu kavramları, şiirinin bütünlüğü içinde temel öğe olarak sergilemiştir. İnsan bir 'sevgi varlığı'dır, tin ile gövde gibi iki ayrı tözden kurulmuştur. Tin tanrısaldır, ölümsüzdür, gövdede kaldığı sürece geldiği özün ve yüce kaynağa, tanrısal evrene dönme özlemi içindedir. Gövde dağılır, kendini kuran öğelere ayrılır. İçinde insanın da bulunduğu tüm varlık evreni toprak, su, ateş ve yel gibi dört ilkeden kurulmuştur. Bu dört ilke yaratılmıştır, yaratıcı da Tanrı'dır. Tanrı, bu dört ilkeyi yarattıktan sonra, ayrı ayrı oranlarda birleştirerek varlık türlerinin oluşmasını sağlamıştır. İnsan, sevgi yoluyla Tanrı'ya ulaşır, çünkü insanla Tanrı arasında özdeşlik vardır. Ancak, insanın bu madde evreninde bulunması, tinin tanrısal kaynaktan uzak kalması bir ayrılıktır. Bu ayrılık insanı, yaşamı boyunca Tanrı'yı düşünme, ona özlem duyma olaylarıyla karşı karşıya getirmiştir. Gerçekte insan-Tanrı-evren üçlüsü birlik içindedir, var olan yalnız Tanrı'dır, türlülük bir 'görünüş'tür. Çünkü Tanrı, kendi özü gereği, bütün varlık türlerini kapsar, her varlıkta yansır. Evreni kuran öğelerle insanın gövdesini oluşturan ilkeler özdeştir. Bu özdeşlik tanrısal tözün bütün varlık türlerinde, biçimlendirici bir öğe olarak bulunmasından dolayıdır. Tanrısal tözün nesnel varlıklarda bulunması bir 'yansıma' niteliğindedir, çünkü Tanrı yarattığı nesnede yansıyınca 'oluş' gerçekleşir. Sevgi insanda birleştirici, bütünleştirici bir eğilim niteliğindedir. Yunus Emre, sevgiyi Tanrı ve onun yarattığı tüm varlıklara karşı duyulan bir yakınlık, bir eğilim diye anlar. Sevginin ereği yüce Tanrı'ya ölümsüz olana kavuşmak, onun varlığında bütünlüğe ulaşmaktır. Tanrı insanla özdeş olduğundan kendini seven Tanrı'yı, Tanrı'yı seven kendini sever. Çünkü sevgi kendini başkasında, başkasını kendinde bulmaktır. Sevginin olmadığı yerde, öfke, kırgınlık, çözülme ve birbirinden kopukluk gibi olumsuz durumlar ortaya çıkar. Sevginin değerini yalnız seven bilir, sevmek de bir bilgelik, bir olgunluk işidir. Yeterince aydınlanmamış, Tanrı ışığından yoksun kalmış bir gönülde sevginin yeri yoktur. Bütün varlık türlerini birbirine bağlayan, onları tanrısal evrene yönelten sevgidir. Sevgi bir çıkar aracı olmadığından seven karşılık beklemez. Dost kişi gerçek seven kimsedir (âşık). Dost başka bir anlamda da Tanrı'dır, kişinin gönlünde ışıyan tözdür. Yunus Emre'de yaşamak tanrısal tözün bir yansıması olan evrende sevinç duymaktır. Çünkü, bütün varlık türlerinde Tanrı görünmektedir, bu nedenle severek, düşünerek yaşamayı bilen kimse her yerde Tanrı ile karşı karşıyadır. Yaşamak belli nesnelere bağlanmak, yalnız gelip geçici varlıkları edinmek için çırpınmak değildir. Böyle bir yaşama biçimi kişiyi tanrısal tözden uzaklaştırdığı gibi yetkinlikten, bilgelikten de yoksun kılar. Yunus Emre'nin dilinde bilge kişinin adı 'eren'dir. Eren barış içinde yaşamayı, bütün insanları kardeş görmeyi, kendini sevmeyeni bile sevmeyi bilen kişidir. Onun gönlü yalnız sevgiyle, dostluk duygularıyla doludur. Evreni bir tanrısal görünüş alanı olarak bildiğinden, erenin evrene karşı da sevgisi, saygısı vardır. Erenin gözünde insan bir küçük evrendir, büyük evren ise tanrısal tözün kuşattığı sonsuz varlık alanıdır. Eren olma aşamasına ulaşmış kişide erdem, alçakgönüllülük, eli açıklık, yetkinlik, olgunluk bir bütünlük içinde bulunur.Ölüm tinin gövdeden ayrılıp tanrısal kaynağa dönmesiyle gerçekleşir. Bu nedenle ölüm tinle gövde arasında bir ayrılıktır. Gerçekte ölüm yoktur, tinin ölümsüzlüğe ulaşması, yüce kaynağa dönüşü vardır. Çünkü, bütün varlık türleri tanrısal tözün yansıması olduğundan, salt ölüm de söz konusu değildir. Ölümün bir başka anlamı da bilgiden, erdemden, yetkinlikten, sevgiden yoksun kalmaktır. Yunus Emre'nin şiirinde Yeni-Platonculuk'tan kaynaklanan Tasavvuf öğretisinin bütün sorunları bulunur. Bunlara yeni bir çözüm getirmez, Yeni-Platonculuk'un yöntemine dayanarak yorumlar ileri sürer. Bu nedenle onun şiiri Yeni-Platonculuk'un Türkçe açıklanışıdır.
Yunus Emre'nin edebiyat tarihi
bakımından, önemli bir yanı da Anadolu'da, Türkçe şiir dilinin öncüsü olması ve
tasavvuf sorunlarını yalın, kolay anlaşılır bir dille söyleyişi nedeniyledir.
Şiirleri söyleyişi akıcı, sürükleyici bir nitelik taşır. Tasavvufun en güç
anlaşılır kavramlarını, Türkçe'nin ses yapısına uygun biçimde dile getirir,
şiirinde duygu ve düşünce birliğinden oluşan bir derinlik görülür. Yer yer yalın
halk söyleyişine yaklaşan dilinde anlam-uyum bağlantısı bütüncül bir içerik
taşır. Ona göre önemli olan bir sözü etkili biçimde söylemektir. Bu nedenle
sözün boş bir kavram olmaması, bir varlık sorununu, bir düşünceyi dile getirmesi
gerekir. İnsan ancak söz söyleme yetisiyle insandır, konuşan Tanrı durumundadır.
Yunus Emre'de Türkçe, şiir dili olma yanında, düşünceyi içeren, açıklayan bir
odak özelliği kazanmıştır. Dilinin arılığı, anlatımının şiirsel gücü, dinsel
inancındaki içtenliği, aşk, ölüm gibi evrensel şiir konularını etkileyici
biçimde anlatışı vb. dolayısıyla bütün Türk edebiyatının en büyük şairlerinden
biri sayılmıştır. Günümüzde onun asıl büyük değerinin ise her dinden, her
inançtan insanlara aynı gözle bakan insan sevgisinden kaynaklandığı kabul
edilmektedir. Yunus Emre'nin biri şiiri, öteki düşünceleriyle olmak üzere, iki
yönlü bir etkisi vardır. Gerek dili, gerek görüşleri bakımından halk şiirinin de
öncüsü sayılmaktadır. Özellikle tasavvuf inançlarını benimseyen Alevi-Bektaşi
geleneğini sürdüren halk ozanları üzerindeki etkisi büyük olmuştur.