İŞKENCE TUTANAĞI
bilgisayarımın katil vantilatörü
öldürüyor sessizliğini gecenin
yüreğimi teslim almış korkular
fırlıyor yırtık göğsümden
sokakta her araba geçişinde
ölüm coğrafyası okuyor
öğretmenler gözleri kanlı
işkencede inliyor gözaltında
kaybolan zanlı
silah ve miğfer dökülüyor dizeye
hece nasırlı
dersimiz edebiyat
utanç içinde sanat
tecavüzcülerin elinde
dökülür tohumu kanın
buz renkli geceye
tuzlu gözyaşları karışır kurbanın
gece yükseltir sesini
yüreğimi kelepçelerim
apoletler didikledikçe beynimi
ormanda infaz edilmiştir
pırpır alacalı düşler
orospunun birine sunulur
sorgu sonrası gülüşler
sigara, rakı ve esrar kokar
sokakları işkencehanenin
ışığın kaynağı elektrik aşağılıktır,
askısı elbisenin aşağılık
gözyaşları boğar geceyi
inleyen, bağıran, haykıran sanık
boşunadır çırpınışlar,
tüketir söz kimliğini
şarjör boşalır
ufuktan boy veren
güneşin başına
sonra
sonra derin
sonra uzun
sonra vicdan kadar ağır
sonra ekmek kadar keskin
sonra işte
öylesine bir ölüm
toprak altından kemikler boy verir
ayaklanır insan hakları
bulutlar öfkeye gebedir
avrupanın bir kentinde
ölümün sayılarına alışkın görevliyi çarpar
taburun birinde çevrilen karanlık manyetolar
doktor kontrolündedir işkence
yüzünü gizler
diplomalı bir günde erkanın önünde
hipokrat adına edilen yeminler
kurşunlanır beden
yakılır kemik
tutuşur halay
tilililer kıvılcımlanır
bir şahini kopartır
güvercin maviden
usulca soyunur
suya girer
dal gibi ince ,
gelin
sonra derin
cehennem kadar derin
muştu tohumları ekerim
kışı yaza vuran alıcı kuşlar
birazcık da bu taraflara çıkın gelin
Yusuf ALTUNEL